Balıkesir’de Az Bilinenler

Balıkesir’de Az Bilinenler
Balıkesir’de Az Bilinenler
Balıkesir – Bandırma Arasında Kara ve Demir Yolu Tarihi
İlk çağlardan bu yana Bandırma Limanı, Batı Anadolu’yu deniz yoluyla Dünya’ya ve İstanbul’a bağlayan en önemli limanlardan birisi olmuştur. 1912 de demir yolu işlemeğe oluncaya kadar bu bağlantı kervanlarla sağlanıyordu.
Balıkesir şehrine giriş; Ömerköy – Kirne – Üçpınar Köyü – Deveciler Loncası(Deve Yoncası) idi. Demiryolu bu güzergâhı değiştirdi.
Aslında Bandırma – Balıkesir yolunun hikâyesi çok eskiden beri var olan bir yolun hikâyesidir.
Eski yol Demirkapı Derbendi ile Ömer Bey Köy Nahiyesi üzerinden Balıkesir’e bağlı iken, yol Demirkapı Derbendi üzerinden doğrudan Balıkesir’e bağlanınca Ömer Bey Köy Nahiyesi sapa kalmış ve nahiye merkezi Susığırlık’a (Susurluk) alınmıştı.
Ömer Bey Köy adı zaman içinde kısaltılarak “Ömer Köy”e çevrilmişti. “Demir Kapı” ya gelince; burası deve kervanlarının konakladığı, içine hayvanlar düşüp telef olmasın, suyu pisletmesin (mundar etmesin) diye kapısı demirden yapılmış bir kuyunun bulunduğu bir yerdi. Bir hayır sahibi bu kuyuya demirden kapı yaptırmış. Daha sonra buraya Demir Kapı denilmişti.
1800 lerin başında Osmanlı Devleti denizlerdeki hâkimiyetini tamamen kaybetmişti. Akdeniz; İngiliz, Rus ve Fransız savaş gemilerinin kontrolündeydi. 1821 Yunan isyanı öncesinde Ruslardan yüz bulan Yunan isyancı ve korsanları da adalar arasında sefer yapan bütün ticaret ve haç gemilerini soyuyorlardı.
İstanbul’un iaşesi, deniz yolunun kesilmesinden sonra zora girmişti. Buraya zahire nakli denizden mümkün olmadığından 1819 dan itibaren İzmir’de toplanan zahire, Aydın, Saruhan ve Kütahya’dan temin edilen develerle Bandırma’ya, buradan da gemilerle İstanbul’a nakledilmişti.
İzmir – Balıkesir – Bandırma yolu bundan sonra İstanbul’a zahire nakli için kullanılan mutat ve stratejik bir yol olmuştu.
Osmanlı Devleti yöneticilerinde; demir yolları tesisi ederek, ülkenin zenginliklerini ve madenlerini limanlara daha kolay taşıyarak hat safhaya varan mali sıkıntıların üstesinden gelinebileceği inancı oldukça eskiden beri vardı.
Özellikle pek çok batılı müteşebbis, demir yolu yaparak maden çıkarma imtiyazı alma, fabrika kurma gibi teşebbüslerine Osmanlı Devleti’nin büyük kolaylıklar ve imtiyazlar vermesi üzerine buralarda yatırım yapmak için heveslenmişti.
Bandırma – Balıkesir arasında demir yolu yapma ve işletme imtiyazı ilk defa 1870 de verilmişti. Ayni imtiyaz 1872 de Mösyö Duwilkinson isimli bir İngiliz’e de verildi. Bu müteşebbis aradığını bulamamış olmalı ki hemen bir yıl sonra “Şirket-i Nafia –i Osmaniye” isimli bir şirketin kurucusu olan Serkis Efendi adında birisi ayni imtiyazı almış, ayrıca Serkis Efendi’ye İstanbul – Bandırma arasında bir vapur işletme ruhsatı da verilmişti.
1874 de Nakel Makers isminde bir başkası daha uygun bir teklifle Bandırma – Konya demir yolu inşaatı ruhsatı için başvurdu. Ona da ruhsat verildi.
Devletin her gelene ruhsat vermesi, ruhsat alanların bir an önce ekibini kurup işe başlaması için idi.
Bu kişiler ruhsatı alıp Avrupa’da ve borsalarda uygun yatırımcı aramakta, çoğu kez de yatırımları toplayıp ortadan kaybolmaktaydılar.
1891 de bu kez Bandırma – Mudanya arasında bir demir yolu inşası için Mösyö Taklikeres isminde birine ruhsat verildi. O da kısa zaman sonra, herhalde birilerini dolandırmış olmalı ki ortadan kayboldu.
1896 da Bandırma – Konya Demir yolu Hattı yeniden söz konusu oldu. Bu defa da Mösyö Bele’ye imtiyaz verildi.
1900 lerin başında Bandırma – Soma demir yolu hattının yapımı, biraz da Sultan’ın özel gayretiyle nihayet bir Fransız şirketi imtiyazında başlatıldı. 1912 de Bandırma – Soma hattı işletilmeğe başlandı.
Bandırma’nın Soma üzerinden İzmir’e bağlanması çalışmaları daha 1909 da söz konusu edilmeğe başlanmıştı. 2.Meşrutiyet Meclisi’nde birçok görüşmelerden sonra proje tasdik edilip ödenek ayrılarak demir yolu 1913 de tamamlanarak Bandırma İzmir arasında tren seferlerine başlanıldı.
1890 a kadar Anadolu yolları kışın balçığa dönüşür, yolculuk ve taşımacılık adeta imkânsızlaşırdı. Özellikle harp sıralarında asker ve malzeme naklinin sıkıntıları ve limanlara maden, zahire, malzeme naklinin zorlukları yoğunlaşınca Devlet-i Âli Osman topraklarında karayollarının ıslahı, onarımı ve yapılması 1830lardan itibaren dikkate alınmağa başlandı.
1885 de Bandırma – Balıkesir yolu Karesi Vilayetince ele alınarak “şose” olarak inşasına başlanıldı. Bu şoseler, Nafıa Nezareti’nin “yol mühendisleri” gözetiminde yaptırılıyordu. Şose için köprüler ve menfezler de ayni bütçe ve plan dâhilinde yaptırılıyordu. 1890 da yolun büyük bir kısmı tamamlanmıştı.
1891 de yol açıldı. Devlet; Bursa – Mudanya – Balıkesir –Bandırma yollarında gidecek olan arabalardan vergi (mürur resmi) aldırmağa başladı.
1900 yılına gelindiğinde, bu yolun geçen zaman içinde iyice bozulduğu anlaşılıyor. Karesi – Bandırma arasındaki şosenin geçmeğe elverişli olmadığı, üstelik bir de “mürur” diye geçiş vergisi alındığı, şikâyet edilmişti.
1904 e gelindiğinde İstanbul’daki bir şirketin otomobiller getirttiğini ve Balıkesir – Bandırma arasında da taşımacılık yapmak için ruhsat talebinde bulunduğunu görüyoruz. Bu talep nedense reddedilmiş. O yıllarda hızla yapımı sürdürülen, kısa süre içinde biteceği umulan demir yoluna rakip olsun istenmedi mi acaba?
1915 yılında “Karesi Sancağı meclis-i Umumi İçtimaı”nda gene Bandırma – Balıkesir arasında otomobil işletme imtiyazı görüşülmesi olduysa da tam Çanakkale Harbi sırasında bu ruhsat talebi geri bırakılmıştı.
1919 yılında Balıkesirli iş adamı ve Milli Mücadele’de Belediye Reisi Hafız Mehmet Emin Efendi (Keçeci) hem Balıkesir’e elektrik fabrikası, hem de Balıkesir – Bandırma arasında otomobil işletme şirketi kurmak için ruhsat talep ettiyse de, Mehmet Emin Efendi’nin Milli Mücadele için varını yoğunu harcadığı ve Yunan işgali üzerine memleketi terk ettiği için Yunan İşgal Kumandanlığı tarafından bu ruhsat iptal edilmişti.
Kurtuluş ile başlayan dönemde ve Cumhuriyetin ilk yıllarında memleket ancak toparlanmış, başkaca bir teşebbüs olmamıştı.
1930 ların başından itibaren İzmir – Balıkesir – Bandırma ve Bursa hattında “Salon Otobüs Firması” çalışmağa başladı. O zamanın şartlarında çok modern sayılan otobüsleri vardı. Sadece bir sırada 5 kişi (3-2) şeklinde oturuyorlardı. Bu otobüsler arabanın önüne takılan bir marş kolu ile çalıştırılıyordu.
1940 lı yıllarda “İnanöz Otobüs Firması” o yılların en konforlu arabaları olan Austin marka otobüslerle sefere başlayınca “Salon Otobüsleri” rekabete dayanamayarak ortadan kalktı.
Gene ayni yıllarda Balıkesir – Edremit – Ayvalık – İzmir arasında çalışan “Kabadayı Otobüsleri” Bandırma –Balıkesir hattına girmek isteyince uzun süre firmalar arasında kavgalar, sürtüşmeler yaşandı.
Bugün bu firmalar, çoktan ömürlerini doldurarak yerlerini yeni firmalara bıraktılar..
Millî Kuvvetler Caddesi
Balıkesir’e demir yolu bağlantısı kurulup, istasyon çalışmaya başlayınca, Hükümet Konağı (bugün SGK Kurumunun olduğu yerdeydi.) ile İstasyon arasında bir yol yapımı için karar alındı. Balya Maden İşletmesinden alınan 5000 lira borçla açılacak yol üzerindeki bahçeler ve binalar istimlâk edilerek Temmuz 1915 de İstasyon Caddesi açıldı. Ayni yıl Ağustos ayında da cadde akasya ağaçları süslendi.
Park Köprüsü
Balıkesir demir yolu ile önce Soma’ya kadar 1913 de de İzmir’e kadar bağlandı. Ama ortaya büyük bir problem çıktı. Balıkesirlilerin çok büyük bir kısmının demir yolunun öbür tarafında, Kara Tepe mevkiinde bağları, bahçeleri, tarlaları bulunuyordu. Demir yolu buralara arabalar ile geliş gidişi çok müşkül bir hale sokmuş, engellemişti. Atlar ve eşekler de buradan geçmek istemiyorlar, çoğu zaman da sahiplerini zor durumda bırakıyorlardı. Bu durum pek çok şikâyet edildiğinden 1919da bu engeli bir köprü ile aşma kararı alındı ve at arabalarının da geçebileceği geniş bir köprü yapılması kararı alındı. Kısa zamanda buraya ahşap bir köprü yapıldı.
Balıkesir Mevlevihanesi
Tarih içinde “Mevlevilik”, Osmanlı Devleti coğrafyasında pek çok yerde yaygın görülen bir yoldur. Bu yolun gereği olan “Mevlevihane”ler de, bağlılarını ruhi ve entelektüel düzeyde hazırlayan, eğiten bilim, sanat ve ahlâk okullarıdır.
Balıkesir Mevlevihanesi, daha tekkeler kapatılmadan, 1914 de ortadan kalktığı için bugün tamamen unutulmuştur.
Balıkesir’de ilk Mevlevihane, isyan ettiği şekavet ve soygunlara karıştığı ve halkın huzurunu bozduğu gerekçesiyle 1632 de Sultan 4.Murad tarafından idam ettirilen İlyas Paşa tarafından yaptırılmıştır.
İlyas Paşa, bu Mevlevihane için belli bir vakıf ihdas edemeden öldürüldüğü için Mevlevihane bir müddet sonra zaruret içine düşerek atıl kalmıştı.
Şeriye Sicillerinde bulunan bazı kayıtlardan, Balıkesir’de daha önceden de bir mevlevihanenin mevcut olduğu, daha sonra İlyas Paşa tarafından yaptırılan yere taşındığı anlaşılmaktadır.
İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın “Karesi Meşahiri” isimli kitabında “Balıkesir Mevlevihanesi” konusunda verilen bilgi şöyledir:
“İlyas Paşa el yevm Mevlevihane Medresesi denilen mahalle, müceddidenmevlevihane yaptırmış, gerek cami ve gerek mevlevihanesinin vakıflarını tanzim ettirmeden maktulen vefatı vukû bulmuş olmakla Mevlevihane dedegânızarûretle kalıp dağılmıştır. Mevlevihane hayli müddet kapalı kaldıktan sonra ulemâdan Hacı Ahmet Efendi bin İdris Efendi burayı tamir ettirerek, bazı odalar ilâvesiyle bir medrese haline koyup tedrise başlamıştır. Buraya ashab-ı hayrdan İmam zade Mehmet Efendi isminde bir zat bazı vakıflar yaparak mütevelliliğine Hacı Ahmet Efendi’yi tayin etmiştir. Ahmet Efendi 1160 (1747)da berhayat idi. Vefatında yerine oğlu İsmail Efendi müderris oldu. İsmail Efendi 1214-1215 (1800-1801) ve 1223-1224(1808-1809) senelerine iki defa müftilik etti. Vefatı 1224 (1809) senesindedir. İsmail Efendi Karesi Mütesellimi Hacı Mehmet Ağa’nın, ahvalinin hücumuyla katlinde müşevvik ve müdahil-dâr olduğu için Rodos’a nefyedilmek suretiyle tecziye edildi. İsmail Efendi’den sonra oğlu ve hafidi Abdurrahman ve Şefik Efendiler, Mevlevihane Medresesi müderrisliğinde bulunmuşlardır. Mevlevihane Medresesi 1147(1734) tarihinde açılmıştır.”
İlyas Paşa’nın yakınlarından, devrin şairi Cevrî, Balıkesir Mevlevihanesi’ni görmüş ve şunları yazmıştır:
Misal-i Ka’be ol câmi, eğerçibî-nazar oldı
Velîkin Mevlevîhane acep câ-yıtemâşadır.
Nedir ol hân-kâh-ı dil- küşâ menzil-geh-i hurrem
Ki her bir hücresi feyz-i safâda Cennet âsâdır.
Dönerler cezbe-i vecd ile kudsîlerharîminde
Meğer var ise ol tekye dil-i pür-şevk-i mu’allâdır.
Muhassal ol mu’allâma’bed u ol dil-küşâtekye
Ki her biri kulûb-ı mü’minîne feyz-bahşâdır.
Safâ-yızâhir ü bâtınla kılmış bünyâd
Ol kim zâtısezâ-yı devlet-i dünyâvüukbâdır.
Sevab-endîşesadr-ı mu’tekık İlyas Paşa kim
Salâh-ı kâr ile revnak-ı füyûz-ı zühd ü takvâdır.
Şehrin merkezinde bulunan Balıkesir Mevlevihanesinde medresenin yanı sıra, Mevlevilerin ve şakirdanın kaldığı hücrelerin de bulunduğunu, iki katlı olduğunu Karesi Gazetesinde bulunan Mevlevihane ile ilgili bir haberden öğreniyoruz.
1887 tarihli Karesi Vilayeti Salnamesinde Balıkesir’de hizmet veren eğitim kurumları arasında “”Mevlevihane Medresesi” de bulunmaktadır. 11 Mart 1915 gecesi çıkan bir yangınla Balıkesir Mevlevihanesi tamamen yanmıştır. Bu yangın ile ilgili Karesi Gazetesi’nde çıkan haber, konu ile ilgili geniş bilgiler vermektedir: (Karesi Vilayetine Mahsus Salname – 1305(Balıkesir Vilayet Matbaası) s:60)
“Mevlevihane Yangını
Perşembe gecesi, sabaha karşı, şehrimizdeki Mevlevihane Medresesindeki üst katında yangın zuhur ederek, vukû bulan çalışma neticesinde yalnız dört odası ile bir dersanenin yandığı halde sundurmasına ve etrafa sirayet ettirilmemesine muvaffakiyet hâsılolmuş ve el hamd ahalinin pek fazla fedakârlığına karşı bir kaza dahi vukû bulmamıştır.
Yangının sebeb-i zuhuru henüz malum olmayıp, bu babda tahkikata devam edilmektedir.
Harikin zuhurundan evvel dehşetli surette lodos rüzgârı esmekte iken, yangın esnasında pek ziyade hafiflemiş olması, âdem-i sirayetinde en birinci sebeb olmuştur. Cenab-ı Hak muhafaza buyursun. Amin.!
Mevlevihane hakkında malumatımız ber veçhe âtîdir: Bu medrese Sultan Murad Han Râbî vüzerasından, Balıkesirli İlyas Paşa tarafından Mevlevihane olarak inşâ ve tesis edilmiştir.
İlyas Paşa’nın Bergama ve Manisa havalisinde icrayı tahribat etmesi üzerine 1041(1632) tarihinde Anadolu Valisi Küçük Ahmet Paşa ile Karaman Valisi Dilâver Paşa’nın kumandaları altında asker sevk ve kendisini derdest eylediler. İstanbul’da idâm edilmesi neticesinde bütün emvali ve bu meyanda Mevlevihane’ye mahsus akaret dahi müsadere olunmuş, Mevlevihane dedeleri, idaresizlik yüzünden, şuraya, buraya dağılarak, bu müessese bir müddet müstevid kalmıştı.
Ragıp Efendi zade merhum Ahmet Efendi’nin ecdadından Hacı Ahmet Efendi, Mevlevihane’nin bazı yerlerini tamir ve bir miktar hücre ilâve ederek burasını medrese haline getirmiş ve bir katına müderrislik binası istihsal eylediği gibi, bu medrese için irad olmak üzere, bir hayli dükkân dahi vakf eylemişti. Şimdiki demirciler, bakırcılar esnafının bulundukları yerlerde olduğu anlaşılan bu dükkânlar tamamen ötekinin, berikinin eline geçmiş ve medresenin bir iradı kalmamıştır.
Hacı Ahmet Efendi’nin bu dükkânlar hakkında 07 Zilkade 1189 (30.12.1775) tarihinde tanzim ettiği bir kıta vakıfname elyövm mevcuttur. Merhum yine o civarda bir mescid dahi inşa ettirmişti. Bunun da yerinde şimdi yeller esiyor.
Mamuleyhin vefatından sonra validesi cihetinden akrabası bulunan; Müfti İsmail Efendi, vefatından sonra mahdumu fakıh-ı meşhur Ahmet Ragıp Efendi(1220–1287=1805- 1871), oğlu Ahmet Naci Efendi(1259-1326=1843 – 1908)ye vekâleten ulemadan Abdülrezzak Efendi halen devam ediyor.
Mevlevihane’nin 18-19 hücresi bulunuyor. Bunların kısmı küllisi harabedir. En ziyade ikamete Salih olan kısmı yanan hücrelerdi.”
Mevlevihane yandıktan sonra bir daha açılamadı.
Aydın Ayhan
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ