Yine cehalet ve/veya provokasyon kol geziyor!..

Sıtkı Şeremetli

Yine cehalet ve/veya provokasyon kol geziyor!..
Twitter’da halifelik çağrıları yapılıyor.
Biliyorsunuz Menderes’in bu konuda milletvekillerini yüreklendirmek için sarfettiği edebî sözler, gerilim yaratmaktan başka işe yaramamış; 27 Mayıs’a gerekçe yapılmıştı.
ŞÜKRÜ ALNIAÇIK.
Biz bundan 10 yıl önce gerekeni yazmışız.
(Daha edebî yazdığımız zamanlar.. ? )
ARŞİVDEN.. Orijinal resmiyle..
(27 Şubat 2011)
“HEPİMİZ HALİFEYİZ”
[Serdar Turgut’a Cevap]
Bizim fikir sosyetesinde bir din cahilliği vardır. Evet evet bu basit bir bilgisizlik, yani ümmilik değildir.
Ümmilik avama yakışır. Kolej okumuş kelli ferli, hatta ünlü unvanlı adamlarda bu tutum, ancak cehaletle izah edilebilir. Yani bu bir “aktif bilgisizlik”tir.
Dinle ilgili bilgi sahibi olmak, seküler entelektüeller arasında bir tür “geri kalmışlık” olarak algılanır.
Bu aydınlar, “terzi faturası ödeyerek” iktisap edilmesi mümkün olan kılık kıyafet inkılâbını, çağdaşlaşma ülküsünün tamamı olarak algılarlar.
Bunlara geçmişte “Gardrop Atatürkçüsü” denildiği de vakidir.
Ateistler ise dinle ilgilenmeyi ve çocukluk yıllarından kalmış bir dini bilgi kırıntısının meydana çıkmasını bile bir tür ihanet ve burjuva hastalığı olarak algılarlar.
Mesela Serdar Turgut’un gençliğine benzeyen bu adamlar, dini konuları “bir Türk çocuğu gibi bilmeyi” hor gören bir tutum içindedirler.
Hatta bu tür adamların genellikle dinle ilgili bir konuyu az da olsa bildikleri halde bilmezlikten gelerek, “aşmış modern Türk” havası yaptıklarına çoğu kez şahit olmuşumdur.
Dini kavramları hakkıyla konuşan birini gördükleri zaman, antitez üretemedikleri için derhal köylü karşısındaki bir Halk Eğitim Merkezi hocası tavrına bürünürler.
Sıkıştıkları anda ise ucuz pozitivizmin el kitabını açarak işi çocukluk yıllarının unutulmaz “5 duyusu”na doğru kaçırmayı temel strateji olarak benimserler.
“Allah’ın sopası olmadığı” için de tartışma genellikle: “Öyleyse göster bakalım!”da kilitlenir kalır.
Bu tür adamların en tehlikeli zamanları, andropoza girdikleri dönemdir.
Gençlik yıllarındaki hormon seviyesinin aritmetik neticesi olan o, ilk ateşli ideoloji, 40’lı yaşlarda ot ocak kaygısıyla liberal kapitalizme dönüşmüş; 50’lerde dünya mesaisi tamamlanmış, artık servetin korunacağı dönem olan 60’lı yaşlara girilmiştir.
Şimdi yapılması gereken, yeni lezzetler, yeni gezi ve ilgi alanları bulmak, vücudu zararlı alışkanlıklardan korumaktır.
Zaten halkı bu ucuz devrim manevralarıyla kendisine benzetmek mümkün olmamış, siyasette devlet kuşu, bütün legal ve illegal uğraşlara rağmen geçmişten ve köyden beslenmeye devam etmiştir.
Bu durumda uyanık eski devrimci, derhal devlet kuşunun kanatları altına girer ve bir türlü kıvıramadığı valsi, beceremediği golfü ve içine sindiremediği klasik müziği bırakıp yeniden köklerine, harmandalına döner.
Yıllarca saçtığı zehir tohumlarının kaç bünyede ne kadar tahribat yaptığı onun için önemsizdir. Kök Devrimci, eski liberal, yeni Müslüman, taze gelin misali, bir mürşidin eteğine sarılır.
Ancak kökteki hiperaktivite bozukluğu nedeniyle “sıradan bir mürid olmak” onu teskin etmediğinden; devrimci, icat ve keşif peşine düşer.
Bazen 19’un esrarını, bazen kozmik bazen de komik sırları kurcalar.
Bir de böyle Serdar Turgut gibi, cukkayı iyice emniyete almak için “zamanın bediiyatı” üzerinde çalışmaya, peçeteye yazılmış bilgilerden siyasi efsaneler üretmeye başlar.
Oysa aslında o defterlerin çoğu yıllar önce kapanmış ve tefekkür kütüphanesinin tozlu raflarındaki yerini almıştır.
İşte “Halifelik ölmedi içimizde yaşıyor” muhabbetinin temelinde böyle bir psikolojik arka plan yatıyor.
Araştırmacı yazar Aytunç Altındal, her zaman yaptığı işlerden birini yapmış ve biraz da zorlama ve sansasyonel bir anlatımla bu “hiperaktif cehalet” ortamına 3 Mart 1924 tarihli Kanun’la ilgili bir bilgi nakletmiştir.
Kanun, “Halifeliğin kaldırılması” ile ilgilidir.
Konunun aslı, okullarda anlatıldığından sadece biraz ayrıntılıdır ve KPSS ders notlarında bile yeterli ayrıntı mevcuttur.
Ancak eğer sansasyon yaratmak isterseniz bir bilgiyi istediğiniz gibi allayıp pullayabilir ve bu işten para ve itibar kazanabilirsiniz.
Çünkü halkın genelde cahil ve çabuk etkilenebilir olduğuna dair bir ön yargınız vardır.
Adı Geçen Ünlü Kanun Şudur:
Madde 1: Halife halledilmiştir. Hilafet Hükümet ve Cumhuriyet mana ve mefhumunda esasen mündemiç olduğundan Hilafet makamı mülgadır.
Hepsi bu. Başka ciddi bir şey yok. Diğer maddeler genellikle hanedanın yurtdışına çıkarılmasıyla ilgilidir ve çoğu 50’li, 70’li ve 90’lı yıllarda ilga edilmiştir.
Sadeleştirilmiş hali: Halife (devrilmek suretiyle) görevden alınmıştır. Halifelik, Cumhuriyet Hükümetinin anlam ve kavramı içinde temelde tümleşik (entegre) olduğundan Halifelik makamı kaldırılmıştır.
Buradaki vurucu kelime olan “mündemic” fiilden türemiş bir sıfattır.
Bütünleşmek anlamındaki “de-me-ce” masdarından gelir.
Kelimenin Türkçedeki karşılığı bütünleşmiş veya “tümleşik”tir.
Kelimenin, İngilizcedeki sıfatlaşmış halinin yani “mündemic”in karşılıkları şunlardır: integrated, (entegre, bütünleşik) incorporated, (birleşmiş, katılmış, anonim) inserted, (eklenmiş)
Mündemiç, ölü sayılabilecek bir Osmanlıca kelime olduğu için görüldüğü gibi onu canlandırmak için yabancı desteği, suni teneffüs gerekiyor; ancak bu filolojide daima geçerli bir yöntemdir.
Bugün diplomatik bir metni çevirirken de hata yapmamak için bu yola başvurulur.
Kısacası, İngiliz hariciyesi, 6 Mart 1924’te kanunu resmi gazetede gördükten sonra metni Londra’ya gönderirken muhtemelen, bu üç kelimeden birini kullanmıştır.
Yani dünya Türklerin metni hazırlarken “bedevi gibi” davranmadığının farkındadır.
Bu dikkatin önemli bir kısmı, Halifenin ülkeden, “uhdesindeki yetkilerle birlikte çıkmasını önlemeye” tahsis edilmiştir.
Bu tedbirin hedefi ise İngiltere’dir. Hindistan, “Pakistan” Mısır ve Arabistan gibi önemli İslam beldelerini elinde tutan İngiltere’nin Londra’da kuracağı bir halifelik sarayının masraflarını, 5 puan artıracağı vergilerle 1 yıl içinde fazlasıyla çıkarması işten bile değildir.
Mısır’ın ve Hint Müslümanları’nın (Pakistan) hilafet kongreleri toplamasına İngilizler engel olmamıştır.
Kraliyetin uhdesinde Anglikan kilisesi baş papazlığı bulunduğu için İngiltere bu tür “entegre” işlere yabancı değildir.
Halifelikle birlikte bu kurumla “tümleşik” olup da 1922’de TBMM denetimine alınmamış kurumların ilga edilmesi de “mündemiç” kelimesini anlamlandıran diğer inkılâbî tedbirlerdir.
Bu kurumlar:
1- Şeriyye ve Evkaf Vekaleti (Yasayla > Bugünkü Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne dönüştürüldü.)
2- Erkan-ı Harbiyye-i Umumiyye Riyaseti (Yasayla > Bugünkü Genelkurmay Başkanlığına dönüştürüldü)
3- Padişah Sarayları ve Emlâkı (Yasayla > Millete devredildi TBMM Milli Saraylar Daire Başkanlığı ve Milli Emlak denetimindedir.)
Görüldüğü gibi, Türkiye Cumhuriyeti, İslam’ın ilk dört halife dönemindeki özüne sadık kalarak ve peygamberin kavline uygun olarak “Halifeliği bir ailenin mülkü olmaktan çıkardığı” gibi, demokrasinin ruhuna bağlı olarak halifelik yetkilerini “millete” devretmiştir.
Bu yetkilerin milletten alınıp tekrar “bir şahsa verilmesi” düşüncesi, nostaljik bir beyin jimnastiğinden öteye gitmeyen absürd bir fanteziden başka bir şey değildir.
Halifenin yapması gereken bir iş -mesela “İslam Birliği’ni kurmak”- varsa bu milletin reyine ve ortak kararına (meşverete) bağlı olarak yapılabilir. Karar yetkisi, meclisin yani milletindir.
Burada İslam’a uygun olan arayış, bir şahsı yeniden halife yapmaya çalışırken Amerikan tuzaklarına düşerek yeniden bedevileşmek değil, milletin kararlarının entelektüel ve jeo-stratejik açıdan değerli olmasını sağlamaya çalışmaktır.
Serdar Turgut’un, derin Vatikan uzmanı Aytunç hocadan fazla etkilenerek Pensilvanya’ya çaktığı selam, Baykal’ınkinden farksız bir yaranma ve “günah çıkarma” başvurusudur.
Kanaatimce iktidara ve cemaate çakılan bir münafık selamıdır. Şimdi önemli olan bu bulaşık selamın, muhatabı tarafından kurulanıp, temizlenerek alınıp alınmayacağıdır.
Mustafa Kemal Atatürk, bu inkılapla milletin tüm reşit fertlerine “halifelik yetkilerini, Milletin çağa uygun olarak yükselmesi yönünde kullanan” iktidar organlarını, seçme ve denetim hakkını vermekle; bütün millete kutsal bir görev de yüklemiştir.
Bu durumda hem insanı kendisinin halifesi olarak yeryüzüne gönderen Allah’ın iradesine hem de demokrasinin ruhuna uygun olarak “bizler insan olarak oylarımızla halifeyiz” diyebilmemizin önündeki engeller de kaldırılmıştır.
21. Yüzyılda yeni çatışmaların merkezine oturacak bir Halifeye gerek yoktur; çünkü çok şükür hiç birimiz, İkinci Emevi Halifesi Yezid gibi lanetlenmiş değiliz.
Kimimiz sağcı kimimiz solcu, kimimiz alacaklı kimimiz borçlu, kimimiz gaddar, kimimiz dertli, hepimiz insanız.
Biz, uzun saltanat ve hilafet asırlarında olduğu gibi meşveret bilmez köle değil; “Halife-i ruy-i zemin”iz.
Yani biz, Allah’ın halifesiyiz.
Bize saltanat sökmez ve kâl-u belâ’dan beri zaten…
Hepimiz Halifeyiz!..
Şükrü Alnıaçık

(27 Şubat 2011)

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ