VEREMLE SAVAŞ DERNEĞİ VE VEÇHİ ERSUN-(Göktuğ ŞEREMETLİ)

Sıtkı Şeremetli

VEREMLE SAVAŞ DERNEĞİ VE VEÇHİ ERSUN
-Hukuk Fakültesi mezunu bir ilk okul öğretmeni-
(Göktuğ ŞEREMETLİ)
Balıkesir’in 20.yüzyılın ikinci yarısına damgasını vurmuş memleket evlatlarından birisi de Veçhi Ersun’dur. 1923 yılında Hasan Basri Çantay tarafından kurulmuş olan Balıkesir Veremle Mücadele Cemiyeti, Menemen olaylarını takip eden günlerde ilan edilen sıkıyönetim tarafından mevcut bütün derneklerle birlikte kapatılmıştı. Dernek bir süre sonra Temmuz 1947 de “Veremle Savaş Derneği” ismi ile yeniden kurulmuş, 1950den itibaren de Vechi Ersun’un önderliğinde Balıkesir’e unutulmaz hizmetler vermiştir.
1923 yılına ait sağlık istatistiklerinde Balıkesir’de ölümlerin yüzde sekseni “verem”den idi. 1980 lere gelindiğinde bu oranın yüzde bire, ikiye düşmüş olması verilen mücadelenin büyüklüğünü gösterir.
Veçhi Bey ile ömrünün son on beş yılında çok yakın dostluğumuz oldu. Balıkesir tarihini incelemeye başladığımdan bu yana en çok danıştığım, görüştüğüm kişi devrinin görgü tanığı olarak Veçhi bey olmuştu. Müthiş hafızasına her başvurduğumda ondan şaşmaz doğruluklarda cevaplar almıştım.
Yıllar çabuk geçti. “Âlimin ölümü âlemin ölümüdür.” sözü Veçhi Bey ve arkadaşları için ne de doğrudur. Her canlı gibi mutlaka onlarda ölümü tadacaklardı. Gün geldi tek tek Hakk’a yürüdüler. Bir döneme damgalarını vurdular.
Bu yazıda dostluğunu kazandığımı umduğum Veçhi Ersun’u konu ediyorum. Onun son zamanlarına yetiştim. Her gidişimde eski Balıkesir, Balıkesirliler, eski Balıkesir hayatı, Balıkesirlilik, Balıkesir tarihi hakkında hiç durmadan anlatır, anlatırdı. Çoğu kez yanında not tutar, sayfalar dolusu yazardım. Bazen not almamı istemez, sadece bilmemi ama hemen unutmamı isterdi. Bazen konuşmanın havasına kendimi kaptırır not tutmayı unuturdum. Bu yazıda tuttuğum notlar ve hafızamda kalanlarla “Vechi Amca” yı unutulmuşluktan kurtarmak, o güzel insanın çalışmalarını, mücadelelerini gelecek nesillere örnek olarak göstermek istedim
**Ailesi**
Veçhi Ersun, 1906 da Balıkesir Martlı Mahallesinde doğdu. Keşkekzade ismiyle anılan Balıkesir’in ünlü ve köklü bir ailesine mensup olan Hacı Eşref Efendi’nin oğludur. Keşkekzadeler birçok âlim, şair yetiştirmiş bir ailedir. Aile fertleri tasavvufa çok yatkın olup babası Hacı Eşref Efendi “Mevlevi” idi. Ayni zamanda İstanbul Yenikapı Mevlevihanesi’nin arpalığı olarak vakfedilen Balıkesir ovasındaki 18 köyün gelirini toplamakla görevlendirilmişti. Aile yazları Atköy’e gelirdi. Bağlı köylerden toplanan ürünler burada bugün bile anılan Hacı Eşref Bey Konağı’nda ambarlanırdı. Her yıl sonbaharda İstanbul’dan gelen Şeyh Efendi ailede misafir edilir, Mevlevihane için toplananların geliri kendisine teslim edilirdi.
Veçhi Ersun, kendi yazdığı bir buçuk sayfalık hayat hikâyesine şöyle başlıyor: “*İhsan Sabri, İnsan hayatını dört bölümde mütalaa etmiş. Ben de hayatımı çocukluk- öğrencilik- öğretmenlik- müzisyenlik- dernekçilik olarak beş bölümde mütalâa ediyorum*.”
**ÇOCUKLUĞU**
Özel konuşmalarımızda çocukluğunda son derece haşarı olduğunu, uzun boyu ile hemen dikkat çektiğini, çok sert mizaçlı olan babası Hacı Eşref Efendi’nin cezalandırmasından korktuğu zamanlarda nenesi Fatma Kâmile hanım’a sığındığını anlatmıştı. Gerçekten de o zamanlardan kalan çocukluk fotoğraflarında Veçhi Bey uzun boyu ile hemen dikkati çekiyor.
**TAHSİLİ**
Veçhi Bey, ilk tahsiline Balıkesir Hasan Çelebi Mektebi’nde başladı. Burada 1.ve 2. sınıfları okuduktan sonra Balıkesir Sultanisi’ne nakledildi. ilk ve orta okullarla liseyi burada tamamladı.
Lise yıllarında kültürel ve sportif çalışmaların lideri oldu. “Lise Keşşafları”nın, yani izcilerinin “oymak beyi” idi.
Uzun boyu ile Sultani koşucularının başında müsabakalara katıldı.
Zamanın şartlarına göre 10. sınıfta Halkalı Ziraat Mekteb-i Âlisi ve Darülfünun Eczacılık Mektebi’nin sınavlarına katıldı. Ziraat tahsil etmeyi faydalı ve zevkine uygun bulduğundan Halkalı Ziraat Mektebi’ne kayd oldu. Burada beklediğini bulamayınca 2. sınıfın 1. yarısında Darülfünun Eczacılık Mektebi’ne girmek üzere okuldan ayrıldı. 2. yarıyıl başlarken okula girip tahsile devam etmek mümkün olmadığından gelecek dönemin başında eczacılık tahsiline başlamak üzere Balıkesir’e geldi.
O günlerde Millî Mücadele kahramanlarından eniştesi Sabri Bey, Balıkesir Maarif Müdürlüğünde emekli edilmiş, yerine Balıkesir Lisesi Müdürü Uzunçarşılı İsmail Hakkı Bey getirilmişti.
Bir gün sokakta Veçhi Bey’e rastlayan İsmail Hakkı Bey: “*Ders yılı ortasında Balıkesir’de ne işi olduğunu”*sorunca, Veçhi Bey durumu anlatarak; *eczacılık mektebi imtihanlarını daha önce kazandığını, ders yılı başında İstanbul’a gidip yeniden tahsiline devam edeceğini*, söyledi. İsmail Hakkı Bey bir an duralayarak: “*Yarın daireme gel!”* der. Ertesi gün Veçhi Bey Maarif Müdürlüğüne gittiğinde “*Seni şimdi Mekteb-i Sultani kısm-ı ibtidaisine muallim vekili olarak tayin ettim. Yarın vazifene başlayacaksın*!” dediğinde Veçhi Bey: “*Aman efendim, ben bu çocuklarla uğraşamam..Öğretmenlik yapamam. Zaten eczacılık mektebine gideceğim..”* dediyse de İsmail Hakkı Bey: “*Boş gezer insan iyi olmaz… Yarın vazifeye başlayacaksın! Ders yılı başında eczacı mektebine gidersin!”* diyerek kaşlarını çatıp onu bir şekilde geçici de olsa öğretmenliğe ikna eder.
Hukuk Tahsili
Vechi Bey hukuk tahsili yapmasını şöyle anlatıyordu: Eczacılıktan mezun olmuş eski bir mektep arkadaşımla bir konu üzerinde karşılıklı fikir teatisinde bulunurken karşı fikir ileri süremeyen arkadaşımın birdenbire “*Sen benimle münakaşa edecek durumda değilsin. Çünkü en azından yüksek tahsilin yok.*” deyince dünyayı başıma göçürdü sanki. Bir süre sonra Ankara’da yüksek tahsilde bulunan eski öğrencilerimden gelen bir mektuptan, yeni açılmış bulunan hukuk fakültesine kaydedilmiş olduğumu öğrendim. Devam mecburiyeti yoktu. “*Dışarıdan gelip imtihanlara girebilirsiniz*” diyorlardı. Vechi Bey Ankara Hukuk Fakültesine kaydını yaptırır. Sınavlarına girer. Okulu dört yılda bitirir. Hukuk diplomasını alır. O zamanki duruma göre staj zorunluluğu olmadığından artık doğrudan avukatlık yapabilecektir. Hukuk diplomasın alır gider o arkadaşının önüne atar. “*Artık seninle tartışabilirim*” der.
Hep içini ezen, hiç aklından çıkmayan, daima buruk bir üzüntü veren yüksek tahsil yapmamış olma duygusu artık yerini rahatlamaya bırakmıştır. Vechi Bey’in hukuk mezunu olduğunu duyan birçok özel ve resmi kuruluş o vakte göre büyük paralar teklif ederek ona iş önerirler. Ama o öğretmenliğin lezzetini almıştır. “*Masum bakışlardaki engin safiyete meftun olduğum ve her birini evlât saydığım ilkokul çağındaki yavrularımdan ayrılamadım*.” diyerek parası bol işleri geri çevirir. Ve avukatlık mesleğine hiç başlamadı.
**ÖĞRETMENLİĞİ**
İsmail Hakkı Bey’i kıramayan Veçhi Bey hemen ertesi gün öğretmenliğe başladı. Çocukların dünyası altı ay içinde onu öylesine sardı ki eczacılık tahsili bir başka seneye bırakıldı.
Artık içinde ne eczacı olmak, ne yüksek tahsil yapmak hevesi kaldı. Onun için sadece gözleri ışıl ışıl çocukların sevgisi vardı. Bu sevgi gittikçe arttı. Öğretmenliğe ısındırdı. Yaş haddinden emekli oluncaya kadar tam 45 yıl sürdü. Tam 45 yıl dolu dolu geçen öğretmenliğini büyük bir aşk ile yaşadı. Daha sonra da göreceğimiz gibi Veçhi Bey “*Aşk halini*” sürekli yaşayan tutkulu bir insandır. Veçhi Bey sevdiği her şeyi tutku ile ihtiras ile sevdi.
Gazinin, büyük kurtarıcının, Atatürk’ün her işaretini kayıtsız, şartsız yerine getirmeyi görev bilen, halkı aydınlatmak için adeta kendini tutuşturan öğretmenlerin yıllarıdır. Artık Öğretmen Veçhi Bey de işte bu meşalelerden, bu idealist öğretmenlerden birisidir.
**ALİ HİKMET PAŞA’LI YILLAR**
Gene Cumhuriyetin ilk yıllarında Balıkesir’in şansı olarak Millî Mücadele kahramanlarından birisi olan 2.Kolordu Kumandanı Ali Hikmet Paşa Balıkesir’dedir.
Ali Hikmet Paşa, o kuruluş ve diriliş yıllarının Balıkesir’de odak noktası idi. Bir yandan gençleri spora, müziğe, kültüre yönlendiriyor, Balıkesir’i imara uğraşıyor, içme suyu getirmek için, yeni yollar açtırmak için, Türk Tayyare Cemiyeti önderliğinde Ordumuza yeni harp uçakları alıp hediye etmek için askerlerini seferber ediyordu.
Ali Hikmet Paşa, Balkanlar’dan itibaren çok uzun harp yıllarında insan sarrafı olmuş, adam seçmeyi, çok iyi bildiğinden hemen bu yüreği vatan sevgisiyle alev alev yanan genç öğretmeni, Veçhi Bey’i yakın çevresine almıştı. Gönlü binlerce meşale ile ateşlenmiş Veçhi Bey bu dostluktan, bu yoğun tempolu çalışmalardan büyük haz duyuyordu. Ali Hikmet Paşa’nın yakın dostluğunu kazanmıştı. Pek çok işte, atılımda, çalışmada adeta onun sağ kolu idi.
Ali Hikmet Paşa, mesai dışında şehir içinde gideceği her yere onu da yanında götürür ve onu yeni sosyal çalışmalara yönlendirirdi. Hemen her gün, her akşam Ali Hikmet Paşa ile birlikte idi. Spor karşılaşmalarını birlikte izliyorlar, akşamları saz meclislerinde eğleniyorlar, Balıkesir’in bütün ileri gelenleri ile iş görecek becerikli gençleri ile birlikte oluyorlardı. Yapılacaklar bu meclislerde kararlaştırılıp planlanıyor, ertesi gün büyük bir heyecanla uygulamaya koyuyorlardı.
Vechi Bey, Ali Hikmet Paşa’nın hayatını yazmak, onu tanımayan gençlere tanıtmak için uğraştı durdu. Hayatının sonlarında gerçekleştirmeyi en çok istediği şey onu yazabilmekti. Ömrü yetmedi. Vefatından bir gün önce kendisine tanımlaması için gösterdiğim fotoğrafların arasında Ali Hikmet Paşa’nın resimlerini görünce büyük bir özlemle “Ah Paşam, Ah benim Paşam” diye konuşmuş ona vefa dostluğunu göstermişti. Ona söz verdiğim için “Ali Hikmet Paşalı Yıllar” isimli yazımı hazırlamış kendisine sunmuştum. Çok sevinmiş, uzun uzun Ali Hikmet Paşa’yı anlatmıştı.
**VECHİ BEY’İN TÜRK MUSİKİSİ VE “RİND’LİK” YILLARI**
Veçhi Bey, öğretmenliğinin yanı sıra Ali Hikmet Paşa’nın teşvikiyle 1927 yılında Türk musikisi çalışmalarına başlar. Baş döndürücü bir çalışma temposuyla sürdürdüğü Türk Musikisi hayatı makamdan makama atlayarak on bir yıl kadar sürdü. Bu sahada söz sahibi bir otorite olur. Mevlevi meşrep oluşu, onu önce tasavvuf müziğine yöneltti. Çok kısa zamanda klasik Türk müziğinin ut, kanun, keman, kemençe, viyolonsel, ney gibi birçok müzik aletini çok büyük ustalıkla çalar oldu.
Veçhi Bey’in “Mevlevîliği” özel sırrıydı. Ölünceye kadar parmağında, üzerinde bir Mevlevî sikkesi bulunan altın bir yüzük taşımıştı. Bir Mevlevi dervişi idi. Sorduğumda, sadece gülümsemiş, “O sır Allah ile benim aramda..” diyerek gizli kalmasını ima etmişti.
Aile olarak “Mevlevî” idiler. Babası Hacı Eşref Bey, Yenikapı Mevlevîhanesi’nin arpalığı olan on sekiz köyün vergisini Mevlevîhane adına toplar, Merkez Atköy de bulunan konakta depo eder ve yılda bir kere İstanbul’dan gelen “Şeyh Efendi”lere teslim ederdi. Veçhi Bey’in sırrı onunla beraber gitti.
20. yüzyıl Klasik Türk Müziğinin ünlü isimleri olan Şerif Muhittin Targal, Refik Fersan, Yasarî Asım Ersoy, Lemî Atlı gibi bestekâr ve icracılarla çok yakın ve samimi dostluklar kurdu. İstanbul’a har gittiğinde onların meclislerinde yer buldu. Veçhi Bey’in Balıkesir’de ki evi de onlar için dost kapısı oldu. Önce Muallimler Birliği Lokali, daha sonra Halkevi 1930 lu, 1940lı yıllarda Balıkesirli musikîşinasların toplanıp meşk ettikleri yerdi.
Ama özellikle perşembe akşamları Veçhi Bey’in evi bir müzik meşkhanesi idi. Bu akşamlara sadece seçkin davetliler katılabilirlerdi. Bu yıllarda Veçhi Bey’in bütün dünyası “müzik” idi. Bu dost meclislerinde en severek çaldığı alet “keman”dı. Burada sazlar çalınır, şarkılar, şiirler söylenir, taş plaklar dinlenirdi. Bu mecliste ara sıra Türk musiki ve düşünce hayatına damgasını vurmuş, ünlü isimlerinde konuk olduğu görülürdü.
Bu meclislerde Türk müziğinin ünlü eserleri icra edilir bazen de Veçhi Bey’in besteleri meşk edilirdi. Bu dönemde tam bir “rind” hayatı sürmekte, engin müzik kültürü ile adeta kendisi ile yarışmakta idi.
Balıkesir Muallimler Birliğinde çalışırken devrin şairlerinden Edremitli Ruhi Naci, Müstecabî zade Esad Adil ve Orhan Şaik Gökyay ile yakın arkadaş oldular, birlikte çalıştılar. Gene bu zamanlarda Balıkesir Lisesi ve Muallim Mektebi edebiyat öğretmeni olan ünlü bilim adamı Abdülbaki Gölpınarlı ile çok yakın dost oldu. Bu dostluk ömür boyu sürdü.
Abdülbaki Gölpınarlı, herhangi bir eserine başlamadan önce Balıkesir’e gelir Veçhi Beyde veya “Keşkek Ailesi’nin herhangi birinin evinde kalır, kendini toplar, bir süre dalgınlaşır, sonra dönüp yazmaya başlardı. Burada ailenin herhangi bir ferdi sayılır, öyle ikram ve muamele görürdü. Veçhi Bey ondan hep “Baki” diye söz eder, birbirlerine yaptıkları zarif şaka ve lâtifeleri gülümseyerek anlatırdı.
Balya Müftüsü Birgili Hoca bu irfan meclisinin sürekli konuklarındandı. Onun bulunduğu zamanlarda çok seviyeli felsefî tartışmalar yapılırdı. Abdülbaki Gölpınarlı bazen sadece bu meclislerden “kâm” almak için Balıkesir’e gelirdi. Onun evinde misafir olurdu.
2. Dünya savaşının karanlık günlerinden sonra Veçhi Bey’in birden silkinip rint yaşamından ayrıldığını görüyoruz.
Vechi Ersun’un İlk Dernekçilik Çalışmaları
Veçhi Bey’in kendi ifadesiyle; hayatının son safhası olan “dernekçilik”e başladı. Bu safhayı kendisi şöyle ifade etmektedir: “Herhangi bir menfaat karşılığı olmaksızın topluma faydalı olabilmek.. Dernekçilik çalışmaları..”
İlk dernekçilik çalışmalarına “Hayır İşlerini Düzenleme Cemiyeti”nde başladı. Cumhuriyetin kurulmasıyla beraber birçok müessesenin ortadan kaldırılması veya bunların yeniden teşkilatlanması gerekiyordu. Bunlardan biriside yüzyıllar boyu insanlığa ve devlete çok yararlı hizmetlerde bulunan fakat çağın durumuna göre yapısal değişiklikler yapılmadığı için gittikçe yozlaşan “evkaf” işleri idi. Pek çok vakıf mütevellileri kalmadığından dağılmış, ilgileri olmayan insanların kullanımlarında bulunuyordu.
Cumhuriyet döneminde ele alınan işlerden birisi de vakıf işleriydi. Bu amaçla çıkarılan yasa ile mütevellileri olmayan vakıflara el koydu ve çoğunu tasfiye etti. Fakat tasfiye işlerinde titiz davranılmadığından birçok iyi çalışan vakıf da bu yasa ile ortadan kaldırıldığından hayır işleri birden sona erdi. “Evkaf Nezareti” yani vakıflar bakanlığı ortadan kaldırıldı. Yerine kurulan “Genel Müdürlük” olaya hemen çözüm getiremedi. Vakıf işleri karma karışık olduğundan geliri sadece vakıflara bağlı olan hayır müesseseleri zor duruma düştüler.
Tekke ve zaviyelerin kapatılması ile buralara vakfedilmiş olan mülkler de elden çıktığından buralara bağlı olarak yürütülen hayır işleri de sona ermiş oldu.
Ortaya çıkan boşluk, işlerin durma noktasına gelmesi, hayırseverleri harekete geçirmişti. Üstelik o yıllarda bütün dünyada baş gösteren ekonomik kriz her kurumu sarsmaktaydı. Bunun için ülkenin birçok yerinde “Hayır İşlerini Düzenleme Cemiyeti” kurulmuştu. Balıkesir’de de kurulan bu dernekte Veçhi Bey 16 yıl çalıştı. Pek çok hayra vesile oldu. Yapılmayanı, yapılması gerekeni yaptırdı.
Balıkesir şehrinin coğrafi konum olarak çukurda bulunması nedeniyle nem oranının çok fazla olması romatizmadan ızdırab çekenlerin çoğalmasına sebep oluyordu. Belli bir yaşa gelen herkes romatizma ağrılarından şikâyet etmeye başlıyordu. Pek çok genç insan ağrılarından iş yapamaz durumda idi. Memleketin ileri gelenleri buna çare aramaya başladılar. Balıkesir’de bir Romatizma Şifa Yurdu yaptırmaya karar verdiler.
Bunun için Veçhi Bey’in de içinde bulunduğu bir gurup Balıkesir’li hayırsever “Romatizma Şifa Yurdu Yaptırma Cemiyeti”ni kurdular. Veçhi Bey bu cemiyette on yıl çalıştı. Şifa yurdu yaptırma projesi daha da gelişerek şehrin en bol güneş alan tepe sayılabilecek bir yerine büyükçe bir memleket hastanesi yaptırma projesine dönüştü. Çok gerekli olan büyük bir hastanenin içinde romatizma tedavi merkezi de bulunacaktı. Bugün çalışmalarıyla gurur duyduğumuz devlet hastanesi en kısa zamanda yapıldı.
Bu iki cemiyet de tarihî görevlerini yaparak kapandılar. Artık Veçhi Bey’i hayatının en büyük gayesi ve aşkı olan “Veremle Mücadele Cemiyeti” bekliyordu.
**KİŞİLİĞİ**
Veçhi Bey eskilerin tabiriyle “nevi şahsına münhasır” denilen, yani kendinden başka kimseye benzemeyen bir kişidir. Müziğe olan tutkusu yanı sıra “Halkevleri” zamanında tiyatro kolunda da görev almış, halk oyunlarından “Balıkesir Zeybeği” ni oynamıştı.
Hep doğru söylerdi. Kişileri kırma bahasına doğru söylerdi. Bu yüzden pek çok kişi ile çatışmıştı.
Verdiği sözü mutlaka tutardı. Kendine verilen sözlerin de tutulmasını isterdi. Sözünde durmayanları döver gibi haşlardı. Özellikle yaptırdığı işlerde esnafın verdiği sözü tutmasını isterdi. Veremle Savaş Haftalarında veya Balıkesir Sergisi’nde Verem Pavyonunun yapımında, açılması çalışmalarında, dernek otomobilinin tamiratında, arsa alımı sırasında verdiği sözü tutmayanların işi aksatmalarını çok görmüştü. O nedenle ısmarladığı işleri ısrarla takip eder, işin mutlaka en iyi şekilde yapılmasını sağlardı.
İnatçıydı. Çok inatçıydı. Bu huyunu kendi de sevmezdi. 8 Haziran 1950 de Verem Savaş Derneği yönetim kuruluna girmiş dernek tarafından yaptırılan dispanser binasının giriş merdivenlerinin nasıl ve ne yönde yapılması konusunda dernek yönetim kurulunun diğer üyeleri ile girdiği inatlaşma sonunda 6 Aralık 1952 de yönetim kurulundan istifa etmişti. Bir buçuk yıl kadar yönetimden ayrı kalmış 29 Nisan 1954 te zorla ikna edilerek yeni yönetim kuruluna yedek olarak girmeyi kabul etti. Ancak 25 Ekim 1954 de Dr. İbrahim Yalçın ve Dr.Rıfat Kırımlıoğlu’nun istifa etmelerinden sonra yedekler çağrılınca yakın dostu Faruk Varnalı ile yeniden yönetime girdi. 27 Ekim 1954 günü yapılan toplantıda yönetim kurulu başkanı olan Veçhi Ersun ölünceye kadar bu görevde kaldı.
Balıkesir Verem Savaş Dispanserinde her yıl bütün okul öğrencileri röntgen cihazlarıyla taramadan geçirilirdi. Daha sonra bu cihazlar araçlara yüklenerek kasabalara ve köylere götürülür, buralarda öğrenciler ve halk röntgen taramasından geçirilir, hasta olanlara gerekli ilaçlar verilir, tedavileri düzenlenirdi.
Biz hepimiz yıllarca burada taramalardan geçtik, aşılar olduk. Karne zamanları bize beş, ok kuruşa “verem savaş pulları” satılırdı. Karnelerimize yapıştırırdık. Yıllar sonra bunu neden yaptıklarını sordum. “Bu mukaddes davada benim de biraz katkım var, diyebilmeniz ve davayı zaman içinde sahiplenebilmeniz içindi.” Demişti.
Allah rahmet eylesin. Hizmetleri aziz olsun.
AYDIN AYHAN HOCA’DAN ALINMIŞTIR
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ