TAKVİMDEKİ KARA GÜN (Ramazan KARACA)

TAKVİMDEKİ KARA GÜN (Ramazan KARACA)
TAKVİMDEKİ
KARA GÜN
(Ramazan KARACA)
Dün 12 Eylül’dü ve 1980 darbesinin de 41. yılı… 12 Eylül’den bahsedildiğinde hep bir cümle kurulur; “Demokrasi tarihinin bir kara lekesi” diye… Çünkü acısı yıllarca hafızalardan silinmeyecek uygulamaları beraberinde getirmişti. Peki, neydi bunlar?
Bu uygulamalara geçmeden önce 12 Eylül günü Başbakan olan Süleyman Demirel’in çok önemli bir tespitini yazmak istiyorum. Yıllar sonra yaptığı açıklamalarda yer almıştı bu tespiti:
“Sayın Evren şunun hesabını vermek zorundadır. 13 Eylül günü duran kan, 11 Eylül günü niye akıyordu?” Verdiği cevaplar da kurtarmaz kendisini. Kendileri daha iyi biliyor niye durmadığını o kanların. Kanlar akıyordu, çünkü Sayın Evren’in Çankaya’ya çıkması gerekiyordu. Bu ithamla karşı karşıyadır. Yani, Evren Çankaya’ya çıksın diye 11 Eylül günü o kanlar akıyordu maalesef, 13 Eylül’de de onun için durmuştu. Bakın, 1980 ne yapmıştır Türkiye’de? Siyasi partileri kapatmıştır, Meclis’i kapatmıştır, Anayasayı ortadan kaldırmıştır. İşte bu devletin çöküşüdür. Ondan sonra yeni bir devlet düzeni kurmuştur.”
Bunları sıradan bir kişi değil, darbeye maruz kalan Başbakan söylüyordu…
Demirel’e çok sorulan bir soru vardı ki, aslında bu soruyu ona en yakınındaki insan, eşi söylemiş önce. Demirel’e yakınlığıyla bilinen ünlü gazeteci Yavuz Donat yazmış bunu birebir dinleyerek.
“Askerler, Güniz Sokak-31’e geldiler… Sabahın köründe… Başbakan Süleyman Demirel’i alıp götürmeye… 12 Eylül 1980.
Eşi… Nazmiye Hanım dedi ki:
– Demirel, suçun ne? Gitme! Diren!
– Nazmiye… Darbeyi yapan silahlı kuvvetler… Benim ayrı bir silahlı gücüm mü var? Neyle direneceğim?”
İşte en tepede bu şekilde başlayan ve yukarıda aktardığım acısı yıllarca hafızalardan silinmeyecek uygulamalar…
Ankara’da 12 Eylül sabahı bu yaşanırken Balıkesir’de de ilk alınanlardan olan Gazeteci-Yazar Sıtkı Şeremetli, yıllarca her yıldönümünde programlarda o günü ve sonrasını anlattı bize… Yani üç nesil darbeye maruz kalan bir kişi olarak, bize 12 Eylül’ü ve yaşatılanları şöyle özetlemişti:
“Benim dedem Seyit İlşekerci Serbest Fırka zamanında tutuklanıp ceza evine atılmıştı. Dayım İsmail İlşekerci 27 Mayıs İhtilalinde tutuklanmıştı. Ben de 12 Eylül’de tutuklanıp yıllarca ceza evinde yatmıştım. Dolayısı ile darbelerden büyük acılar çekmiş bir aileyiz.
Yeni nesil gençler Ülkücülerin neler yaşadığını bilmiyor. Ama bilmeleri gerekir.12 Eylül darbe döneminde Ülkücülere yapılan işkence ve zulmün iyi bilinmesi gerekir. Bu çile ve fedakarlıklar bilinmeden Ülkücü ve Ülkücülük hakkında hüküm verilemez… Falaka,Filistin Askısı. Elektrik başta olma üzere her türlü işkenceyi uyguluyorlardı. Ülkücü genç Allah Allah diye bağırdıkça, işkenceciler de ‘Burada Allah yok biz varız, Allah izinde’ diyorlardı, şerefsizce gülerek…”
Sıtkı Şeremetli Merrhum Alpaslan Türkeş’in ifadesi olan” ”En kötü demokrasi en iyi darbe idaresinden daha evladır” cümlesini hatırlattığımızda da bize şöyle bir açıklama getirmişti:
“Alpaslan Türkeş büyük bir devlet adamı idi. Asker kökenliydi ama kültürel, tarih ve sosyolojik anlamda çok geniş ufku olan bir liderdi. Hedefleri çok büyüktü; Dünya Türklüğü, İslam âlemi ile ilgili projeleri olan bir liderdi. Her zaman yetiştirdiği gençlere demokrasiyi vadetti ve şunu söyledi: “Bizim hedefimiz asla ihtilal vs. yollarla halka rağmen iktidara gelmek değildir. Biz ülkücüler, Türk Milliyetçileri, Milliyetçi Hareketçiler halka giderek, meseleleri ve Türkiye’nin dertleri ve çözüm yollarını anlatarak iktidara geleceğiz” Zaten darbe mantığına ters olmasa her sosyal alanda bir siyasi görüşü olmazdı. Bir doktrin ortaya koydu. Türk Milliyetçiliğini temel esas alan 9 Işık Doktrini, ülke yönetimine geldiğinde esas alacağını vaat etmişti.
İşte o kara günle ilgili bu iki önemli tespiti de bu şekilde aktarmak istedim. Bunların üstüne daha ne denir ki?..
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ