Büyük deprem felaketinde onbinlerce canımızı yitirdik. Ama gördük ki bu kadar can kaybının temel sebeplerinden biri de karakteri, ahlakı, vicdanı, merhameti çürümüş bazı insanlarmış…

Nedenine gelince… Deprem felaketinin yaşandığı illerimizdeki yıkılan binalara baktığımızda, büyük çoğunluğu çürük yapılan binalar. Demirden çalınmış, kumdan çalınmış, çimentodan çalınmış, kolondan çalınmış… Böyle binaların depremde yıkımı da tuz-buz olmakla sonuçlandı… ‘Az harcayıp, çok kazanma’ mantığıyla yaptıkları binalarla insanlara adeta tabut hazırlamışlar.

Binaların çürümesinden önce asıl meselemiz çürüyen insanlarmış. Çürüyen insanlar olmasaymış, çürük ve enkaza dönen binalarda olmazmış. Bunu niye söylüyoruz; karakteri sağlam, ahlakı güçlü kişilerin, işinin ehli insanların yaptığı binalarda çatlak bile yok çünkü.

Bir depremzede şöyle haykırıyordu: “6 aylık sıfır bina çöker mi ya? Bu para hırsı nereye kadar bizde. Bu insanlar nasıl yaşayacaklar. Ortalık kış, hava soğuk. Küçük çocuklarımız var.”

Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa’nın emri üzerine Mimar Sinan tarafından 1574 yılında yaptırılan 449 yıllık külliye yıkılmıyor, şimdi Hatay’da depremzedelere ev sahipliği yapıyor. Ama 6 aylık sıfır bina çöküyor. Ahlakı, karakteri sağlam ve işinin ehli olanın yaptığı yapı 449 yıl geçse de yıkılmıyor ama 6 aylık sıfır bina yıkılıyor. Görev ahlakının boyutunu anlatmak için bundan iyi örnek olur mu?

Yine Kahramanmaraş merkezli iki depremde binlerce bina yerle bir olurken, bardak ve tabakların yerlerinden bile oynamadığı züccaciye dükkânının sahibi de binayı yapan müteahhitle olan görüşmesini “Benim bir tane tabağım, bardağım bile düşmemişken binlerce insan gitti. Bu binayı yapan müteahhit arkadaşa, ‘Ekstra bir şey uyguladınız mı?’ diye sordum. ‘Ekstra bir şey yok, sadece yapılması gerekeni yaptım. Statiğe, mimariye uygunu ne ise ne bir fazlasını koydum ne bir eksiğini koydum. Olması gerekeni koydum. Şükürler olsun, işimizi iyi yapmışız’ diyor“ şeklinde anlatmıştı. Öyle bir bina yapmışlar ki, züccaciye dükkanında bir tane tabak-çanak böylesine büyük bir depremde düşüp kırılmadı.

Çürümüş insan ve çürümemiş insan farkı da burada ortaya çıkıyor.

Çürümüş o insanlar olmasa hayatını kaybeden onbinlerce insanın çoğu bugün yaşıyor olacaktı. Çünkü demirden, kumdan, çimentodan çalarak bina yapanlar olmayacaktı.

Çürük olmayan insanları bu toplumda çoğaltırsak, bundan sonraki depremler bizi böyle büyük acılara boğmayacaktır. Tüm yaşananlar bunun sonucunu ortaya çıkarmıştır.

Ahmet Hamdi Tanpınar Mahur Beste isimli romanında yaşadığı dönemi “medeniyet iflası” olarak değerlendirdiği bir bölümde şöyle diyordu: “Oğlum Behçet, sen bir medeniyetin iflası nedir bilir misin? İnsan bozulur, insan kalmaz! Bir medeniyeti medeniyet, insanı insan yapan manevi kıymetler manzumesidir. Anlıyor musun şimdi derdimizin büyüklüğünü? Cahilsin; okur öğrenirsin! Geride kalmışsın; ilerlersin! Yetişmiş adam yok; yetiştirirsin; günün birinde meydana çıkıverir! Paran yok; kazanırsın! Her şeyin bir çaresi vardır! Fakat insan bozuldu mu çaresi yoktur!”

Evet, bu toplumdaki temel meselemiz bozulan (çürüyen) insanlardır.

Çürük insanları, yıkılmış çürük binaların enkazında gördük.

Çürük insanları, daha fazla para kazanmak adına dükkânının alanını genişletip binaları ayakta tutan kolanları keserken gördük.

Çürük insanları, depremi fırsat bilip elindeki evin kirasını iki katına çıkarırken gördük.

Çürük insanları, sattığı ekmeğe, çorbaya, bisküviye, yemeğe, giysiye velhasıl temel ihtiyaçlara zam yaparken gördük.

Geçen bir haber okudum inanın kanım dondu. Çürük insanın zirve örneğine şahit oldum.

Malatya’da Özlem Yılmaz isimli bir anne oğlu ve kızıyla birlikte altında kaldığı enkazda hayatını kaybediyor. 12 yaşındaki diğer kızı 60 saat sonra kurtuluyor. Kurtulan çocuğa şimdi anneannesi bakıyor. Özlem Yılmaz depremden önce bir mobilya mağazasından 19 bin 600 liralık eşya almış ve mobilyacı böyle bir acının içinde aramış ve o borcun ücretini istemiş ve hakkını helal etmediğini söylemiş… Mobilyayı alan anne iki çocuğuyla öldü ulan öldü çürük insan… Daha yeni toprağa verilmiş birinin borcunu acı yaşayan geride kalanlardan nasıl isteyebiliyorsun? Bir de hakkını helal etmiyormuş… Bu tür insanların çürüme kokuşmuşluğu gerçekten bu toplum için büyük bir felakettir.

Aile eğitimi, okul eğitimi, toplum eğitimi yeni çürük insan üretimini engellemelidir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın dediği gibi her şeye çare bulunur ama bozulmuş (çürük) insana çare bulmak zordur.

Çürük insanların olduğu her kurum, her toplum kendi felaketini içinde taşıyor demektir. Yaşanan deprem felaketi de bize bir kez daha toplumdaki çürük insan yüzlerini göstermiştir.

TRT 1 ekranlarında yayınlanan Yunus Emre Aşkın Yolculuğu dizisinin 27. bölümünde yayınlanan Tapduk Emre’nin (Payidar Tüfekçioğlu) Molla Kasım’a hırsla ilgili anlattığı hikâye sahnesinde şunları söylüyordu: “ Ya neden uzun ömür sürer kaplumbağalar bilir misin Kasım? Teslim olmuşlarda ondan. Sade yolunu yürür. Acelesi yok ihtirası yok. Eee ihtiras olmayanda vakit bollanır. Hırs daraltır. Hemi vakti daraltır hemi yüreği. Ne der erenler; hırs sebebi hasarettir. Ne demek bu hırs insanı çürütür. Çürür mü insan? Çürür elbet. Değil mi ki her şeyin hırsı var. Para hırsı, iktidar hırsı, kadın hırsı, makam hırsı, post hırsı, dost hırsı. İnsan denen bu varlık nefs sahibidir. Nefs insanın hırslarının toplamıdır.”

Hırsların çürüttüğü insanlar topluma büyük zarar veriyor. Önce insanları sağlam karakter ve ahlak zemininde yetiştireceğiz… Anlaşılıyor ve görülüyor ki, öncelikli meselemiz çürük insanlar… Herkes etrafındaki çürük insanları kontrol ederek mücadeleye başlayabilir. Çürük insanların az olduğu toplumlarda yıkımlarda az olacaktır.