NASİPSE.. (Sıtkı ŞEREMETLİ))

Sıtkı Şeremetli

NASİPSE..
(Sıtkı ŞEREMETLİ))
Tarihi Semerkand şehrinden yola çıkmak üzere olan bir tacir, develerinden birinin sırtında semer olmadığını görünce, ilk gördüğü dükkandan içeri daldı. Dükkanın ustası namaz için mescide gittiğinden, işlerle çırak ilgilenmekte idi.

“Buyur beyim!”

“Bana acilen bir semer gerek”

“Hazırda semerim yok beyim, siz siparişinizi verin üç beş güne kadar hazır ederiz”

“Evladım senin ağzın ne söylüyor. Ben bugün yola çıkıyorum. Develerimden birinin sırtı boş. Neden boş gitsin hayvan. Ona bir semer vurmalyıım hmen..”

“İyi de beyim, hazırda yeni semerim yok.. Ben sana ne vereyim..”

“Fesübhanallah, Görmez misin kervan düzülmüş. Birazdan kervancıbaşının narasını duyarsın. Yola çıkacağız, hadi bak etrafına ve bana bir semer bul”

Semercinin çırağı ümitsizce sağa sola bakınırken, yıllardır tavanda asılı eski bir semere gözü ilişti.

“Bak efendi! Şu eski semer yıllardır orada asılı durur. Ne biz sattık, ne de almak isteyeni çıktı. Madem işin acele kırk para ver, al onu götür.”

Kervancının canı burnundaydı. Semerin iyisni kötüsünü, eskisini yenisini görecek hali mi vardı.

“Al parayı” dedi. “Al şu kırk parayıda ver bana o semeri”

Çırak o eski semeri iyi bir fiyata sattığı için sevinçli idi. Ustasına yaptığı bu karlı ticareti müjdelediğinde, kimbilir o da, ne kadar sevinecekti. Tacir, semeri aldığı gibi develerin yanına koştu. Az sonra semerci ustası dükkanına geldi.

“Selamunaleyküm”

“Aleykümselam usta! Sana iyi bir haberim var”

“De hele!”

“Şu tavana astığın eski semer var ya”

Ustanın gözü birden tavanda semerin asılı olduğu yere kaydı. Baktı semer yok, adamcağızın benizi oracıkta soluverdi. Dizlerini bir titreme aldı, dudaklarını da..

“Eee ne oldu evladım o semere”

“Bir kervancı geldi, tüccar bir adam. Aceleden semere ihtiyacı vardı. O eskidir işe yaramaz dediysem de dinletemedim. Kırk paraya sattım gitti..”

Usta olduğu yere çöktü. Meğer o semer adamcağızın kumbarası imiş. Senelerdir dişinden tırnağından arttırdığı altınları o semerin içinde saklarmış.

“Desene evladım, kırk yıllık mahsül kırk paraya gitti”

Çırak işin aslını astarını öğrenince, ustasından daha da üzüldü. Yaptığı hatanın kederinden ağlamaya, inleyip dövünmeye başladı. Usta olgun adamdı:

“Evladım üzülme böyle..” dedi. “Nasip ise gelir Hint’ten Yemeden’den. Nasip değil ise ne gelir elden..”

Aradan uzun bir vakit geçti. Ilık gölgelikli bir öğle vakti. O eski semeri kırk paraya alan tüccar, semerci dükkanının kapısında beliriverdi. Semer de yanında idi.

“Ben altı ay evvelisinde bu semeri sizden kırk paraya almış idim. Fakat yolda aklıma takıldı durdu. Bana bunu satan çırağın ustası acaba bu ticaretten razı geldi mi? Çırak benim acelem yüzünden ustasna soramamıştı. Ya usta bu alışverişten razı gelmedi ise ya çırağı azarlayıp cezalandırdı ise diye düşünüp durdum. İşte semeriniz, bunu geriye alın. BAna iyisinden yesyeni bir semer yapın.”

Çırak ve usta birbirlerinin yüzlerine baktılar. Her ikisinin de aklından aynı şeyler geçiyordu:

“Nasip ise gelir Hint’ten Yemenden’den. Nasip değil ise ne gelir elden.”

Beğen

Yorum YapPaylaş

Yorumlar
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ