Bakacaklı İsmail Çavuş (Göktuğ ŞEREMETLİ)

Sıtkı Şeremetli

Bakacaklı İsmail Çavuş
(Göktuğ ŞEREMETLİ)
“Bakacak”, Balıkesir merkeze bağlı oldukça uzak bir köydür. Geçen yüzyılın başlarında, devletin bekası için yiğidin harman olduğu zamanlarda, Balkan Savaşında, Harb-i Umumi’nin çeşitli cephelerinde, Milli Mücadele’de çevredeki bütün köyler gibi pek çok şehit vermiş bir köydür.
Geçen yüzyılın başında bu köyden İsmail isminde bir delikanlı ayni köyden Fadime isimli bir kızı deliler gibi sever. İstetir. Fakat kızın babası “kemik”tir. Vardır ya öyle “sert” babalar.. Kızını bir türlü İsmail’e vermek istemez.. Ricacılar, aracılar gönderilir. Kızın babası bir türlü razı olmaz. “Kızı vermem. Ona kız mı verilir..” der, başka bir şey demez…
Ve sonunda olan olur. Bir gün İsmail, Fadime’yi kaçırır..Bir kaç zaman sonra köye geldiklerinde, kızın babası “Artık yapacak başka bir şey yok..” diye razı olur. Evlenirler. Bir de oğulları olur..Ali.
İsmail, eşini deliler gibi sevdiğinden onun tarlada, bahçede çalışmasını yorulmasını istemez. Karısının ağır iş yapmasına,yorulmasına kıyamaz..Evde oturup çocuğuna bakmasını ister.. Bütün işleri kendisi yapar..Tarlada çalışır..Eve gelir, kuyudan su şeker, odunları kırar getirir. Bütün yapılacak işleri sevinçle yapar..Karısının üzülmesini hiç istemez.. Adeta üzerine titrer..
Ama bir gün Balkan savaşı patlar..”Gel..!” denir. İsmail askere alınır. Çok zor ayrılır Fadime’sinden ..Göz yaşları sel olur..Ağlaya ağlaya ayrılırlar..
Bir süre geçer..Yaralanır. Hava değişimine yollanır..Trenle Balıkesir’e gelir. Şimdiki gibi taşıt yok. Yürüyerek köye geldiğinde gece yarısı çoktan olmuştur..Herkes yatmıştır..Uykudadır..O saatte kapıyı vurup karısını uyandırmağa, rahatsız etmeğe gönlü razı olmaz.. Köpeği de havlamaz sahibine..
Evin avlusunda kuyunun bir “bilezik taşı” vardır. Oturur üzerine. Sabaha kadar karısının kendiliğinden uyanmasını bekler..
Karısı sabah uyanıp bahçeye çıktığında bilezik taşına oturmuş İsmail’i görür. Sevinçle koşar, gelir. Sarılır. “Niye uyandırmadın..!” diye sitem eder. “Kıyamadım.” der İsmail, “Bir sizi türlü uyandırmağa kıyamadım..”
Bir iki hafta sonra gitme vakti geldiğinden İsmail köyden ayrılır. Birliğine katılır. Birkaç zaman sonra hastalanır. Yeniden köye yollanır..Gelir.. Gene kuyunun bilezik taşı üzerinde oturarak sabahı bekler..
Çanakkale Savaşları sırasında “mükâfat izni” ile son gelişine kadar dokuz kere köye geldiğini söylerler..Bu arada üç çocukları daha olur..Şaban, Osman, İbrahim..
Karısı artık alışmış olduğundan, her sabah kalkar kalkmaz ilk işi hemen evin avlusundaki kuyunu bilezik taşının üstüne bakarmış..
İsmail son gelişinde ayrılırken karısına:”Hanım, bu savaş diğerlerine benzemiyor. Eskiden ; “Yunan Harbi” denirdi, Yunan üstüne gidilirdi. “Bulgar Harbi” denirdi, Bulgar üstüne gidilirdi. Şimdi “Cihan Harbi” deniliyor. Bu çok daha büyük bir harp..Bu sefer memleketin her tarafından muharebe haberleri geliyor.. Bu sefer nereye savrulacağımızı bilemiyorum..Bu sefer hemen gelemeyebilirim.. Geç gelebilirim..Bu ayrılık uzun süreceğe benziyor..Endişelenme..Sakın merak etme..Sakın merak edip üzülme..” der ve gider…
İsmail bir türlü gelemez…
Ama karısı, her sabah kalkar kalkmaz ilk işi, bahçeye çıkar ve kuyunun bilezik taşı üzerine uzun uzun bakarmış..
Fadime Nene ölmeden önce hastalanmış.. Birkaç ay kalkamamış.. Ama sabah yanına ilk gelene hemen:” Bakın gelin bakalım.. Dışarı bakın bakalım..Bilezik taşı üstünde İsmail’im bekleyip durur mu? Gelmiş mi İsmail’im , bakın bir kere..!”
Her halde İsmail Fadime’sini ahrette bekliyordur…
Aydın Ayhan’dan Alıntıdır
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ