ADALET

ADALET
ADALET
Adâlet, kısaca her hak sahibine hakkını vermek şeklinde tanımlanır. İslam Ansiklopedisi’nde adâlet, “davranış ve hükümde doğru olmak, hakka göre hüküm vermek, eşit olmak, eşit kılmak” şeklinde tanımlanmıştır. Evrensel ve hakiki adâletin ölçüsünü “Hak” belirler. Çünkü eksik ve noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’tır. Dolayısı ile adâletin de tam ve mükemmeli Allah’a aittir.
İnsan sosyal yaşamında ilahi vahiyden bağımsız olarak ne kadar adil olmaya ve adâleti gerçekleştirmeye çalışırsa çalışsın hep eksik kalır, noksan yapar. Kur’an ve Sünnet perspektifinde bir düşünce ve zihniyet inşa edilmediği, kalplerin gıdası merhamet olmadığı, gönül dili konuşulmadığı sürece de arzulanan adâlet gerçekleştirilemez.
Eğer biz, adâleti insanların arzu ve isteklerine göre belirlersek mafyanın, hırsızın, eşkıyanın vb. adâleti farklı tecelli eder. Herkes çıkarına göre adâlet ister. Bu da yaşanmaz bir dünya demektir. Zulmün egemen olması demektir.
Kur’an-ı Kerim de Cenâb-ı Allah; “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” (Nisâ; 58) buyurmuştur.
Dikkat edilirse adâlet ve emanet bilinci bu ayette birlikte zikrediliyor. Bunun pratikteki yansıması başta kendi nefsimiz olmak üzere her varlığa karşı sorumluluk bilincine sahip olmak ve vazifelerimizi doğru yapmaktan geçer. Adâlet, önce emanete riayet, ahde vefa, doğru sözlülük, kin ve öfkemizde mutedil olmak, hakkımıza razı olmak, hırstan uzak durmak, yaratılıştan gelen haklara saygı göstermek, işi ehline teslim etmek gibi erdemlere sahip olmakla başlar. Adâlet, hakkaniyete uygun iş yapmaktır. Aleyhimize bile olsa “istikamet” üzere yaşamaktır.
Kur’an-ı Kerim de Cenâb-ı Allah; “Ey iman edenler! Adâleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adâletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Nisâ; 135) buyurmaktadır.
Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurur: “Ben sâdece bir beşerim. Sizler bana (aranızdaki ihtilâflar sebebiyle) muhâkeme olmak üzere geliyorsunuz. Belki biriniz, delilini getirmekte diğerinden daha becerikli olabilir ve merâmını daha iyi anlatabilir. Ben de dinlediklerime göre o kimsenin lehinde hüküm veririm. Kimin lehine kardeşinin hakkını alıp hüküm vermişsem, ona cehennemden bir pay ayırmış olurum.” (Buhârî, Şehâdât, 27; Müslim, Akdiye, 4)
Adâlet denilince sadece yargı anlaşılmamalıdır. Yargı adâletin en önemli boyutunu teşkil eder ama evde aile reisi, iş yerinde patron vb. herkes emri altındakilere karşı da adil olmalıdır. Evde insan yerine konmayan bir kişi, iş yerinde ücreti ödenmeyen bir çalışan adâletin muhatabıdır.
Adâlet denilince Hz. Peygamber (sav) Efendimiz devrinde yaşanan hadise bizim için örnek teşkil eder: Arapların en saygın kabilelerinden olan Kureyş’in Mahzumoğulları koluna mensup Fâtıma bnt. el-Esved isimli bir kadın tanınmış insanların adını kullanarak, toplumun zenginlerinden borç istiyor, zamanı gelmesine rağmen borcunu ödemiyordu. Bunun üzerine alacaklılar, Fâtıma’nın borç isterken adını kullandığı kişilere gidip alacaklarını istediler. Oysa bu insanların hiçbir şeyden haberi yoktu. Olayı biraz araştırınca Fâtıma’nın yalan söylediği anlaşıldı. Ancak o, her şeyi inkâr etmekteydi. Alacaklılar onu Hz. Peygamber’e şikâyet ettiler. Allah Resûlü olayı hırsızlık olarak değerlendirdi ve kadının suçuna uygun olarak cezalandırılmasını emretti.
Fakat Mahzûmoğulları, kendi isimlerini taşıyan soylu birinin cezalandırılmasını istemediler. Allah Resûlü’nün çok sevdiği azatlısı Üsâme’yi ikna edip Hz. Peygamber’e aracı olarak gönderdiler. Hz. Peygamber, Usame’nin söylediklerini duyunca ona çıkışarak “Bizzat Allah tarafından tespit edilmiş bir cezanın affını mı istiyorsun!” dedi. Sonra da insanları toplayıp şöyle buyurdu: “Sizden önceki insanlar şu yüzden helâk oldular: Onların ileri gelenlerinden biri hırsızlık yaptığında onu bırakırlar, güçsüz ve zayıf biri çaldığında ise onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin olsun ki eğer Muhammed’in kızı Fâtıma hırsızlık yapsaydı, onun elini de keserdim.” Buhârî, Enbiyâ, 54.
Evet! İnsan önce kendi adil olmalı, sonra başkalarından adil olmasını istemelidir. İnsan her yapılan haksızlıkta dünyanın üstü kadar altını da hesaba katmalıdır. Geçen zamanın ve gelecek zamanın, yerin üstünün ve altının Rabbi olan Allah (cc)’ın şu beyanı hiç aklımızdan çıkmamalıdır; “Biz, kıyamet günü için adâlet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adâlet, terazisine) getiririz. Hesap gören olarak biz (herkese) yeteriz.” (Enbiyâ; 47)
İzzet ALTINTAŞ / İl Vaizi
BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ