8 AĞUSTOS GECESİ ANAFARTALAR’DA TEK BAŞINA

Sıtkı Şeremetli

8 AĞUSTOS GECESİ ANAFARTALAR’DA TEK BAŞINA
(Göktuğ ŞERENETLİ)
Ağustosun başından itibaren İngilizler bizi iyi aldattılar. Bir aydır gelen haberlere göre İngilizler büyük bir taarruza hazırlanmaktaydılar. Gerek Teşkilat-ı Mahsusa fedailerinin gerek Alman istihbaratının raporları Ağustos başında İngilizlerin Türkleri kış gelmeden Gelibolu’dan söküp atacak İstanbul kapılarını açacak bir saldırının çalışma ve hazırlıklarını yaptıklarını gösteriyordu. Temmuzun son günlerinden itibaren Seddülbahir bölgesine gelen gemi trafiğinin sıklaşması, Ağustosun ilk gününden itibaren yoğunlaşması, bu bölgeye çok büyük çapta asker ve malzeme çıkarıldığının işaretlerini veriyordu.
Bütün bu haber, rapor ve gözlemleri değerlendiren Türk Kumandanlığı ellerindeki bütün kuvveti bölgeyi güçlendirmek amacı ile Seddülbahir’e doğru kaydırmaya başladı. Hem gerideki ihtiyatlar hem de Anadolu’dan getirilen birlikler buraya yönlendirildiler.
Suğla körfezinde belli bazı hakim noktalarda bazı küçük birlikler bırakılmış, Anafartalar tepelerinde ise sadece gözcü nöbetçiler kalmıştı. Türk raporlarında bütün bölgede ancak 1200 asker bulunduğunu bildirmektedir.
Türklerin Seddülbahir’den yapılacak bir taarruzu durdurmak için birliklerini burada toplanmalarına karşın İngilizler geceleri Anzak koyuna getirdiği binlerce askeri görüş dışı yerlerde çok iyi gizlenmiş, gündüz hiçbir hareket göstermedikleri için buradaki yığılmaya Türklerden gizleyebilmişlerdi.
Yaptıkları keşiflerle Suvla körfezinde ve Anafartalar tepelerinde çok az bir kuvvet kaldığını anlayan İngilizler saldırılarını bir baskın etkisiyle güçlendirmek, Anafartalar tepelerini aşıp boğaza inerek Seddülbahir’e yığılmış Türk ordusunu arkadan çevirip sıkıştırmak için bir gecede ve o sabah Suvla körfezine 20000 asker çıkardılar. Aynı anda hem Seddülbahir’de, hem de Anzak koyunda başlattıkları saldırı ile Türkleri şaşırtmak istediler.
Mehmet Anafartalar tepesinde yapayalnızdı. Tek arkadaşı ağustos böcekleri idi. Gece yarısından sonra ay kaybolmuş etraf zifiri karanlık içerisindeydi. İleride, çok ileride bir hareketlilik fark ediliyor, patlayan mermilerin namlulardaki ışıltıları fark ediliyordu. Her taraf kopkoyu karanlıktı. Mermisi yoktu. Sadece tüfeğine taktığı süngüsü vardı. Sımsıkı tuttu tüfeğini.
Nöbet yerinden aşağıları izlemeye çalıştı. Zifiri karanlıkta hiçbir şey görmüyordu.
Birden ağustos böcekleri sustu. Derinden, aşağılardan bir uğultu bir çıtırtı duyuluyordu. Tepeyi saran dikenli çalıların çıtırtısıydı bu ses. Birileri geliyordu.
Sesler, uğultular, çıtırtılar, fısıltılar çoğaldı. Gelen düşmandı. Dinledi karanlığı.. Evet gelen düşmandı…
Geri çekilmeyi düşündü. Ama onu nöbete dikmişlerdi.
Yemini hatırladı… Kaçmayı düşündü.. Anasını hatırladı. “Düşmana arkanı dönersen sütüm haram olsun” demişti.
Titredi, belki teslim olmayı da düşündü…
Ama parmağına yakılan kınayı düşündü. Asker ocağına gelmeden önce baba ocağından ayrılırken babası “Yavrum seni vatana kurban yolluyorum…” demişti.
Bu nasıl kurbandı ki teslim olsun…
Yukarı doğru tırmanan binlerce düşman vardı. Karanlığın içinde uğuldayan binlerce düşman.. Ama anası onu bugün için doğurmuştu.
Süngüsünü sımsıkı kavradı. Siperinden aşağılara düşmana doğru fırlayıverdi… Kim bilir o orada daha neler düşündü…

Yeni Zelanda piyade binbaşısı A. C. Temperley:
“Parlak ay ışığı altında dere içerisinde hiçbir mukavemete maruz kalmadan yürümek insana gerip hisler veriyor.
Bir Türk, kolun ilerisindeki ucun önünden ileri fırladı. Tabancamla bu Türkü öldürdüm. Bu gece görünen yegane Türk bu idi..”

Mehmedim, şehidim, yavrum kim bilir, öleceğini bile bile, o anda neler düşünmüştü…?

AYDIN AYHAN HOCA’DAN ALINTIDIR

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ