Basın özgürlüğü!

Sıtkı Şeremetli

Yıkım ve kriz güruhu, son günlerde basın özgürlüğü konusunu diline dolamış durumda. Türkiye’de basın özgür değilmiş, gazeteciler baskı altındaymış, medya tamamen iktidarın kontrolüne girmişmiş. Ben en hafif şekliyle yazıyorum. Zira söylenenler, iddia edilenler çok daha ileri, çok daha vahim, çok daha ağırdır.

DÜZENLERİ BOZULDU

Hani, “dinime dahleden bari müselman olsa” derler ya, tam o hesap. Basın özgürlüğünden, medyanın kontrolünden bahsedenlere bakın ne dediğimizi anlarsınız. Uzun yıllar ellerine geçirdikleri gazeteleri, televizyonları hiçbir ölçü, hiçbir kural tanımadan babalarının çiftliği gibi gördüler. Kendilerinden olmayan, kendileri gibi düşünmeyen, kendilerini onaylamayanları tamamen yok sayarak, bir itiraz gelmesi durumunda en ağır hakaretlerle susturup sindirmek için her rezilliği yaptılar, şimdi çıkmış ahkâm kesiyorlar. Şikâyet ettikleri şey basın özgürlüğü, fikir hürriyeti değildir. Kurdukları kirli düzenin bozulmuş olmasından duydukları rahatsızlıktır. Ona yanıyor, ona hayıflanıyor, onun davasını güdüyorlar.

GÜDÜK ZİHNİYETLERİNİ DAYATTILAR

Bu yazdıklarım 35 yılı aşkın gazetecilik hayatımda bizzat gördüklerimin, duyduklarımın ve yaşadıklarımın özetidir. Gazetecilik uzun yıllar sol güruhun ve renksiz, kıblesiz, kimliksiz ve yoz bir takımının elinde ve kontrolünde bir aparat olarak kullanılmıştır. Tuttukları köşe başlarında tamamen kendi kafalarına, kendi menfaatlerine ve bağlı oldukları karanlık mahfillere göre bir düzen kurmuş, işlerine geleni tek ve değişmez gerçek olarak Türk milletine dayatmışlardır. Ellerinde viski kadehleri, cepleri tıka basa dolu, ülke ve millet gerçeklerinden tamamen kopuk ve uzak bir düzenle yıllar boyu bu mesleğin üzerine bir kâbus gibi çöktüler. Patronları da kendi kafalarında olduğu için sadece gazetecilik yapmadı, aynı zamanda millet iradesini yok sayarak, yemlendikleri yerlerden gelen destek ve yönlendirmelerle ülkeyi yönetmeye kalkıştılar. Hükümet düşürüp, hükümet kuracak bir saltanata sahip oldular. Darbelerde ve olağanüstü zamanlarda duruma göre vaziyet aldılar, ortam biraz sakinleşince herkesten çok demokrat kesilip meydanı kimseye bırakmadılar.

MENFAATLERİ HER ŞEYİN ÖNÜNDE

Bu durumun sadece yönetim kademeleriyle sınırlı olduğunu düşünenler büyük yanılgı içindedir. Daha mesleğe başlarken kendi güdük zihniyetlerinin ve kendi küçük menfaatlerinin her şeyin önünde olduğunu hemen hissettirirler. Ya bu düzene uyup onların beklediği, istediği gibi hareket ederek mesleğe girersiniz, ya da anında sizi kapının önüne koyar ve bir daha da o sokaktan bile geçirmezler. Kazara araya biri karışmış olursa, hemen organize olur, bir bahaneyle ayıklar ve yok ederler. Bu sadece gazetelerin kendi iç bünyesiyle de sınırlı kalmaz. Farklı olan, kendilerine karşı duran gazete ve gazetecileri akla gelebilecek her türlü rezil tanımlamalarla suçlar, ayrıştırır, hakaretler yağdırır, değersizleştirmek ve yok etmek için alayı birden seferber olurlar. Hani mahalleden bahsediyorlar ya, işte asıl mahalle bunlardadır. O yoz ve saplantılı mahalleye kendilerinden olmayanın girmesi, yanlışlıkla girerse de barınması imkânsızdır.

İSTİSNASI DAHİ YOK

Sağda olan gazetelerde sol fikirleriyle bilinen onlarca gazeteci çalışmış, ekmek yemiş ve geçimini sağlamış, hatta yönetici konuma gelmiştir. Hiç kimse de onların siyasi düşüncesini sorgulamamış ve bunu mesele etmemiştir. Bunun örneklerini isim isim sayarım. Ancak, tersi durumun istisna cinsinden olsa da tek bir örneği yoktur. Bunların basın özgürlüğü dediği şey, kendi güdük zihniyetlerinin hiçbir itiraz görmeden kabul edilmesi, fikir hürriyetinden anladıkları kendi dayatmalarının mutlak ve tek doğru sayılması, medyadan bekledikleri ise kendi gibi düşünmeyen herkese en ağır şekilde saldırmak ve hakaret edebilme imkânının kendilerine verilmesidir. Hukuk ve demokrasi arayışları da buna paraleldir. Bunun dışına zerre kadar çıkmazlar.

BAŞLIYORLAR BAĞIRMAYA

Bugün her türlü fikri savunan, yayan ve arkasında duran yığınla medya organı var. Buralarda istediklerini yazıyor, akıllarına geleni söylüyorlar. Kimse de bunlara karışmıyor. Ancak küfür ve hakaret etmeye, açık şekilde vatan-millet düşmanlığı yapmaya da kimsenin hakkı yok. Bu durumlarda doğal olarak devreye hukuk giriyor ve başlıyorlar nutuk atmaya, basın özgürlüğü masalları anlatmaya. İş oralara varmadan, karşılarına birisi çıkıp söylediklerinin asılsız, fikir olarak öne sürdüklerinin geçersiz veya güdük olduğunu ispatlarsa ve gerçek yüzlerini ifşa ederse yine başlıyorlar bağırmaya.

SAYIN BAHÇELİ’NİN ÇAĞRISI

Şimdi bunlar üzerlerinde baskı olduğundan şikâyet ediyorlar, bir fırsatını bulsunlar bırakın hoş görüyü, tahammül etmeyi, kabullenmeyi, basın ve fikir özgürlüğünü, kendilerine uymayana ellerinden gelse hayat hakkı bile tanımazlar. Onun için de Sayın Devlet Bahçeli’nin çağrısına mutlaka kulak verilmelidir. Medyayı kuşatma altına almış, yabancı ve yozlaşmış ideolojilere saplanmış gazeteci ve yorumculardan Türkiye’yi arındırmak amacıyla, milli ve şuurlu vatansever gençlerimizin üniversite tercihlerinde iletişim fakültelerini dikkate almaları bir milli bir görev hâline gelmiştir.

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ