“EV KİRA AMA…”

Sıtkı Şeremetli

Şükrü ALNIAÇIK

“EV KİRA AMA…”

 

Uzun uzun hikâyesini anlatmayayım.

İlkçağda,
Asurlular, Fenikeliler, Yunanlılar, Çinliler, Hintliler, Yahudiler ve Araplar ticaretle uğraşıyordu..

Türkler hayvancılıkla geçinen atlı göçebelerdi. Atları için de darı ekip biçiyorlardı.

Hâlimizden memnunduk. Onlar gibi baskın yemiyor, haraç vermiyor, köle de olmuyorduk.
Atlarımızla birlikte devletler kuruyor, devletler yıkıyorduk..

Ortaçağ ve Yeniçağ’da,
İspanyollar, Portekizliler, Fransızlar, Cenevizliler, Venedikliler, Hansa ligi Almanları ve hatta tırnak kadar Dubrovnikliler bile ticaretle uğraşıyordu.
Türkler, askeri miri arazi sistemiyle toprağa bağlanmış, Tımarlı Sipahilerdi.

Çiftini bozup, pazara tezgah açan “Çiftbozan” cezası öderdi.

Bir kısım Türk ise 1850’lere kadar hâlâ Yörük’tü, göçebeydi.

1826’da modern mükellefiyet (askerlik=vatan borcu) ordusu kuruldu.

Ermeniler, Rumlar, Museviler, Levantenler ve Süryaniler ticaretle uğraşıyordu.

Türkler, Tuna havzasından Yemen çöllerine kadar “Asâkir-i Mansure-i Muhammediye” askeri, Halifenin “Ordu’y-u Hümâyun”uydu.

Kentlerdeki Türk anası, “oğlum ya zabit olsun ya Katip” diye dua ediyordu

1856’da İngiliz hariciyesi, Padişaha doğru, “gayrimüslimler de zabit-katip olmalı” diye bağırdı!

Türkleri “millet-i hâkime” olmaktan çıkaran bu kapris, Kırım Savaşı’ndaki desteğin faturasıydı.
Ruslar çalıyor İngilizler oynuyordu!.

Hariciye Nazırı Gabriel Noradunkyan, Roma sefiri Muzurus Paşayla filan, bürokrasi “renklenmişti” ama askerlik bizim Ermeni’yi-Rum’u pek kesmemişti!

“Şu Yemen’de can verenler” yine bizim “Memet’le Memiş”ti!..

1880’lerde Osmanlı dış ticaretinde gayrimüslimlerin payı % 97’ydi.
Bizim % 3’ün ihracat kalemleri, üzüm, incir, pamuk ve tütündü.

Millî İnkılabın iktisat politikası bunun için önemliydi. Daha Cumhuriyet ilan edilmeden
17 Şubat 1923’te İzmir’de toplanan 1. Millî İktisat Kongresinde Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa şunları söyledi:

“Halkımızın tüccar sınıfını zengin edebilmek için ticaretin hariç ellerde olmasını engelleyecek tedbirler alınacaktır. TİCARET VE KAYNAKLAR, BİZDEN OLAN TÜCCARLARIN ELİNDE OLACAKTIR.”

İkincisi ancak 1981’de toplanabilen o mübarek toplantıda ayrıca:

– Küçük işletmelerden acilen fabrikasyona geçilmesi,

– Özel teşebbüse destek ve kredi sağlamak amacıyla devlet bankaları kurulması,

– Özel sektörün devlet eliyle desteklenmesi,

– Dışarıyla rekabet edebilmek için sanayinin bir bütünlük içinde kurulması,

– Yabancı tekellerinden kaçınılması,

– Demir yollarının kısa sürede yapılması,

– İşçilere amele değil işçi denilmesi,

– Sendika hakkı tanınması, karara bağlanmıştı.

Ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlık sağlanamayacağına göre şimdi artık Türklerin askerlik kadar önemli bir görevi daha vardı.

“Rızkın onda dokuzu”na doğru hücum etmek!…
Ancak işler zor ilerliyordu.

Tecrübe yoktu, kültür yoktu, sermaye ve eğitim de yoktu.

1929’da dünya ekonomi krizi Türkiye’yi de vurunca Devlet, ekonomik kalkınmayı, kamu sermayesine bağlamak zorunda kaldı.

Liberal ekonominin yerini devletçilik almıştı.
Özelleştirme adı altında hâlâ sata sata bitiremediğimiz Kamu İktisadi Teşekkülleri işte o yıllarda ortaya çıktı.

24 Ocak 1980 DPT ve 1981’de toplanan 2. İzmir İktisat Kongresi Kararlarına göre ise artık Liberalizme dönüş zamanı gelmişti.

Gelmişti gelmesine de Türk’ün serbest ticaret zamanı gelmiş miydi?

Bu 60 yıl içinde bir kültür transformasyonu yaşanmış mıydı?

Hayır!

1940’ları İnönü devletçiliğiyle
1950’leri Mendrese kapitalizmiyle
1960’ları 27 Mayıs darbe kültürünün tesisiyle
1970’leri 27 Mayıs çocuklarının anarşi ve terörüyle geçirmiştik.

12 Eylül 1980’de Türk Milliyetçiliğini mahkûm eden bir idarenin serbest piyasa ekonomisine Atatürk gibi “bizden olanı kayıran” bir yaklaşımla girmesi beklenemezdi.

Bizim Kürşat olmaya çalıştığımız, Şeyh Şamil edasıyla dolaştığımız sokaklarda şimdi “Bond çantalı pazarlamacı”lar el üstünde tutulacaktı.

Ondan da önemlisi Türkiye’de ticaret yapmanın, etnik sınıfsal tırmanma motivasyonu ve parayı bulanın “gayrimüslim” olması gibi “jeo-patik” açmazları vardı.

2000’lerde de ise bambaşka bir şey oldu.
Hani o Atatürk’ün: “TİCARET VE KAYNAKLAR, BİZDEN OLAN TÜCCARLARIN ELİNDE OLACAKTIR!” sözü vardı ya..

Evet işte o söze uygun bir gelişme yaşandı.
Ancak, Atatürk’ün yerinde farklı bir “BİZ” oturuyordu ve “BİZDEN OLMAK” sözü, 2002’den 2014’e kadar AK Partili ve Cemaatten olmayı ifade ediyordu.

AK Parti’nin ve FETÖ’nün sermaye geliştirici, servet dönüştürücü, sınıf değiştirici yönünü çabuk kavrayan gayri millî sermaye kabuk değiştirmekte fazla zorlanmadı.

Özal döneminde ANAP’a yazılan fırsat ehli, bu kez de AKP’ye taşındı.

TÜSİAD’çı İshak Alaton’un “ben artık MÜSİAD’çıyım” diyerek Harp Akademilerinde “bahar” konferansları düzenlediği yıllardı.

Türk’ün elinde marka değeri olarak bir ordusu vardı.

İşte şimdi de onu almaya çalışıyorlardı.

Cem Boyner’in “gelin bölünmeyi konuşalım” dediği, o günlerde, TÜSİAD Başkanı Ümit Boyner’in Osman Baydemir’le halaya durduğu sonra da Erbil’de Beymen mağazası açtığı yıllar…

Tabii ki önce ticaret kültürü, sonra Osmanlı gayrimüslimlerinden kalma alt sınıf gayreti ve bazen pazu kuvvetiyle yürüyen bu dönüşüm, aşiret yapısı bozulmamış, ucuz iş gücü ve korucu desteği bulabilen doğu ve güneydoğu etniklerine avantajlar sunuyordu.

İlk dönem cumhuriyet zenginlerinin CHP’yi, son dönem liberal ekonomi zenginlerinin AKP’yi desteklediği bu dönemde arkadaki soğuk savaş yıllarına ait güvenlikçi sloganlar da bizim elimizde kaldı.

Üretken genç nüfusu 1700’lerde emperyalist köle tüccarları tarafından çalındığı için bugün hâlâ açlıkla boğuşan Afrikalılar gibi kariyer ve girişim yılları Emperyalist darbeciler tarafından çalınan Ülkücüler, artık yavaş yavaş bu dünyadan ayrılıyordu.

Vatanın limanlarına, tersanelerine, kıymetli gayrimenkullerine ve menkul kıymetlerine uzak kalan Yörük-Türkmen  bugünlerde…

“Hükümet millî ve yerli çizgiye geldi” diye seviniyor…

“Ev kira, ama memleket bizim!..” diye avunuyor…

“Kahpe düzenin yiğit çocuğu” olmakla övünüyordu.

Simaviler Hürriyeti kurunca motto kısmına İtalyan mason Carbonari cemiyetinden kopya çekip “Türkiye Türkler’indir” yazmıştı…

Ama nedense Türk olmak, bin yıldır bu ülkede Türkiye’nin sahibi olmaya yetmiyordu.

Tamam, “Malazgirt” bizimdi, bizim olmasına da…

Kahpe Bizans’ı her sahada yenmek için…

Çalışmak, çok çalışmak…

Daha çok çalışmak gerekiyordu.

Saygıyla…

#MEMLEKETBİZİM

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ