1.Dünya Savaşı Yıllarında Balıkesir’de Salgın Hastalıklar ve Aşı Faaliyetleri

1.Dünya Savaşı Yıllarında Balıkesir’de Salgın Hastalıklar ve Aşı Faaliyetleri

1.Dünya Savaşı Yıllarında
Balıkesir’de Salgın Hastalıklar ve Aşı Faaliyetleri
(Göktuğ ŞEREMETLİ)
İnce hastalık denilen verem, sıtma, frengi, bel soğukluğu, çiçek , kellik ve uyuzluk ve dizanteri , kuşpalazı , Anadolu’da “milli hastalık” diyebileceğimiz olağan hastalıklardı. Ama “tifo , tifüs, kolera ” gibi hastalık salgınları orduları bile tüketmekteydi. Zaman zaman zuhur eden bu hastalıklar bazen önü alınamayarak büyük kayıplara sebep oluyor, bazen de bilimin ve tıbbın gerektirdiği yerinde alınan tedbirlerle kısa sürede önlenebiliyordu.
1914 Haziranında Balıkesir ve köylerinde ortaya çıkan “tifüs” salgını ve 1917 de Bandırma’da ortaya çıkan “kolera” salgını doktorların hemen olay yerlerine gönderilmeleri ve karantina uygulamaları ile fazla büyümeden engellenebilmişti.
Hastalıkların tıbbî tedbirlerle önlenmesi kadar halkın aydınlatılması ve eğitilmesi de son derece mühimdi. O tarihlerde “vilayet gazeteleri” mahiyetinde olan il gazeteleri bütün köylere gönderiliyor, imamlar vasıtasıyla toplanan köylüye okunuyor, onları dünya ve devletin ahvali hakkında bilgi edinmeleri sağlanıyordu. Bu gazetelerin mutlaka okunan bir kısım da tıbbi bahisler olmaktaydı. Mesela: Karesi Gazetesi’nde Balıkesir merkez tabibi Mukbil Bey “Bulaşıcı Hastalıklar, Çocuk hastalıkları, Diş hastalıkları, Çiçek Hastalığı, Frengi, Belsoğukluğu, Tifo, Tifüs, Uyuz, Verem” Başlıkları altında seri yazılarla anlayabilecekleri bir dil ile halkı aydınlatmağa çalışıyordu. Ayni şekilde “Sıtma Merkez Tabipliği” de hazırladığı bir “risale”(broşür) ile sıtma konusunda halkı bilgilendiriyordu. Tifüs salgını haber alındığında, merkez tabipliğince hazırlanan “ beyannameler” nahiye müdürlükleri ve jandarma karakol kumandanlıkları tarafından köylere ulaştırılıyordu.
Salgın hastalıklara karşı en mühim tedbir tabi ki ”aşı” tatbiki idi. Bu aşılar İstanbul’da üretiliyor, Memalik-i Âlî Osman’ın her tarafına gönderiliyordu. Ordudaki bütün askerlere aşı tatbik edildiği gibi halka da büyük bir kampanya ile aşı yapıldı. Sadece Balıkesir’de 1914 yılının son üç ayında 29.334 kişiye ,1915 yılı Mart, Nisan, Mayıs aylarında 8799 kişiye tifo ve kolera aşısı yapıldı. Bununla da yetinilmedi; hapishanedeki mahkûmlara , hattâ çeşitli cephelerde esir edilip Balıkesir Üsera Kampında kalmakta olan esirlere bile aşı tatbik edildi. Bu kadar çok aşı üretebilen “Osmanlı Aşı Enstitüsü”nün isimsiz kahramanlarına hayranlık ve minnettarlık duymamak elde değil. Aşı memurları da çok özverili çalışmaktaydı.

“Balat nahiyesinde çiçek hastalığı zuhur ettiği, nahiye müdürlüğünden bildirilmiştir. Merkez livadan bir aşı memuru hemen gönderilmiştir. Ayrıca şehrimizde mevcut Rum muhacirlere tifo aşısı yeniden tatbik edilmiştir.”

Sıtma yüzyıllar boyu Anadolu halklarının temel hastalığı idi. Antik Efes’in sıtma yüzünden battığı söylenmektedir. Aşısı yoktu ve sivrisinekten bulaştığı bilinmekteydi. Bunun için farklı tedbirler düşünüldü ve çevredeki bataklıkların kurutulması gündeme gelinde gereken yapıldı. Balıkesir’de Tepecik Deresi kenarındaki bataklık kurutuldu. Bataklıkların kurutulması işlerinde “amele taburları” ve “işe yarar mahkûmlar” kullanıldılar.
Bütün bunları yanı sıra sıtmaya yakalanmış olanlar için de yurtdışından “sulfato kopirmeleri” getirtilip hastalara dağıtılıyordu.
Sıhhiye Dairesi’nin bütün bu sıkıntılar içinde uğraştığı bir başka konu da “çevre kirliliği” idi. Ülkede pek fabrika yoktu. Ama Balya madenleri o zamanki şartlarda çevreye önemli ölçüde duman ve zehirli atık veriyordu. Burada, Mancınık köyünden çıkarılan kömürden elde edilen elektrikle simli kurşun işleniyordu. Çıkan zehirli dumanlar sadece insanlara ve hayvanlara değil, orman ve ekili araziye de zarar veriyordu. Bunun dikkate alınması için Balıkesir Valiliği tarafından Ticaret ve Ziraat Nezaretine yazılar yazılmış, tedbir alınması istenmişti.
Seferberlik başlar başlamaz ülkenin her tarafından belli bir yaşta olan hekimlerin orduya alınmalarının meydana getirdiği boşluğu bir ölçüde azaltmak için “seyyar doktorluk” ihdas edilmiş, bu doktorlar, yanlarına yeteri kadar ilaç da alarak şehir, kasaba ve köyleri gezip, sağlık taramaları yapmışlar ve halka aydınlatıcı bilgiler vermişlerdi.”Bütün ahali nizamen kendilerini muayene ettirmeğe mecburdur.”

Balıkesir’de Frengi Mücadelesi
Bazı hastalıklarla mücadele özellikle sağlıklı nesiller yetiştirilmesi bakımından son derece önemliydi. Frengi salgını Anadolu’yu kırıp geçiriyordu. Çanakkale Savaşları sırasında Balıkesir’e getirilen yüzlerce yaralıya hizmet veren “Memleket Hastanesi”nde ayni anda bir de “frengi pavyonu” açılmak istenmesi, oldukça düşündürücüdür.
Kepsut’a bir “frengi tabibi” görevlendirilmiş, Karesi sancağı 1915 Meclis-i umumi toplantılarında “Muallimlerin köylerde frengi ile mücadele etmesi” kararı alınmış ,Memleket hastanesine acilen bakteriyolog, kimyager, hıfzısıhha mütehassısı ve aşı memuru alınması yoluna gidilmişti. 1917 den itibaren evlenecek çiftlerden “Frengi hastalığı yoktur.”diye “Sıhhıye Muayene Varakası” istenmesi de önemli bir noktadır.
1800 lü yılların ikinci yarısından itibaren 1950 li yıllara kadar “Frengi illeti” Anadolu’yu kasıp kavurmuş, etkili modern ilaçlar kullanılmağa başlanıncaya kadar pek çok ocak söndürmüştür.
Frengi, Anadolu’da tehlikeli bir salgın olarak görülmekteydi. Anadolu’da pek çok yerde “Frengi Hastanesi” kuruldu. Bolu , Konya , Bursa , Kastamonu , Adana , Erzurum , Safranbolu, İnebolu ve Sinop , Saruhan , Aydın Vilayeti Alaşehir ve Sarayköy , İzmir , Kırkkilise gibi yerlerde “frengi hastaneleri” tesis edildiği gibi, bununla da kalınmayarak, ücra kasaba ve köylerde de hizmet verebilmek için “Seyyar Frengi Tabibliği”
“93 Harbi” denilen 1877-78 Osmanlı-Rus harbinde yenilen ve esir edilen ordunun askerleri Rusya esareti sırasında tutuldukları “frengi hastalığı” nı esaretten dönünce önce eşlerine, sonra çevrelerine bulaştırmıştı. Bu hastalık, birden büyük bir artış göstermişti.
93 Muharebesinde Gazi Osman Paşa’nın kumandası altında çarpışan Anadolu nizami askerlerinin yanı sıra Rumeli’de Ruslara karşı gönüllü olarak çarpışan Aydın Zeybekleri , Karesi Muavenet taburları ve Çerkez atlılar da bulunmakta idi.
Çerkez atlılar çekilen ordu ile birlikte gelmekte olan halkı Rus Kazaklarına ve Bulgar komitacılarına karşı koruyarak Trakya ya kadar gelebildiklerinden esir vermemişler, piyade olan diğer birlikler Ruslara esir düşmüşlerdi.
Karesi Muavenet taburları genellikle Kepsut bölgesinden olduğunda esaretten dönenler frengiyi öncelikle bu bölgede yaymış oldukları görülüyor.1914 ve 1915 yılının bütün sıkıntılarına rağmen İl Genel Meclisi(Karesi Sancağı Meclis-i Umumisi), Balıkesir Asker Hastanesi’ne bir frengi pavyonu, ama Kepsut’a bir Frengi Hastanesi açmayı kararlaştırıyordu.
Nikâh akdinin yapılabilmesi için gerekli belgelerin arasına 1900 lü yılların başlarından itibaren eşlerin frengi muayenesinin belirtildiği “Sıhhat Muayene Varakası” da eklenmiştir.
Frengi ile mücadele kapsamında bu yıllarda Şeriye mahkemesi nikâh akdi için evlenecek olanların frengi muayenesi olmalarını zorunlu tutmuş, muayeneden sonra tabip tarafından verilecek belgeyi gördükten sonra nikâhın kıyılmasına izin vermişti.

Balıkesir ve çevresinde frengi mücadelesi Cumhuriyet döneminde de uzun süre devam etmiş, iş ciddiye alınmış, köy taramalarıyla frengililer tespit edilmiş, bunlar tedaviye zorlanmış, her yıl tekrarlanan taramalar, ücretsiz tedavi ve ilaçlarla “illet”in önü alınmış, hatta bir de “Frengi İle Mücadele Derneği” kurulmuştu.
Frengi tedavisinin, zor olması ve uzun sürmesi ve çevreden tepki alınması, hastaları kendi istekleriyle tedavi almak istemelerini bazı durumlarda güçleştirmekteydi. Özellikle geçimleri fuhuş olan kadınlar tek gelir kaynaklarını kaybetmemek için tedaviden kaçmakta, bu da hastalığın yayılmasını önüne geçilmez hale getirmekte olduğundan devlet farklı bir önlem aldı. Erdek kazası Paşalimanı Adası’na “Frengi Hastanesi” açtı. Frengili kadınlar buraya gönderiliyorlar, adadan kaçamadıkları için tedavilerinin sonuna kadar burada kalmak zorunda kalıyorlardı.

Tifüs (Lekeli Humma)

Hem halka hem orduya büyük kayıplar verdiren salgın hastalıklarla mücadele etmek için merkezlerde ve ordunun geçtiği ve konakladığı yol güzergâhlarında ve salgın hastalıkların vuku bulduğu yerlerde “seyyar karantina istasyonları” kurduruluyordu. Ayrıca Yaralıların tedavi gördüğü hastanelerde “tefridhane”ler kurulmuş,”tenhir ve etüv makineleri” getirilmişti. Bunlardan başka cephede askerler için “sahra etüvleri” bulunuyordu, bunlarda cephe gerisine dinlenmeye alınan banyo yapan askerin giysilerini bitten temizliyordu.
Bit ile bulaşan “Tifüs” en korkulan hastalıklardan birisi olduğundan, devlet her duyulduğu yerde önlemler almağa çalışıyorsa da, zamanın şartlarına göre tifüs mücadelesi istenildiği gibi yapılamıyordu. Bit, o kadar alışılmış bir şeydi ki, normal görülüyordu. “Pire itte, bir yiğitte bulunur.” sözü ile bitli olama adeta bir gurur vesilesi sayılıyordu.
Devlet bütün bu aymazlıklara karşı hekimlik hizmetlerinin halka ulaştırılması için “seyyar doktor”lar teşkilatı kurmuştu.1914 yılı ilk aylarından itibaren bu gezici hekimler halk taramalarına başlamış, büyük bir özveri ile en uç nahiye ve köylere kadar giderek tüm halkı muayene etmeğe, hastalara gerçek ilaçlarla şifa dağıtmağa başlamıştı.
Karesi gazetesindeki konu ile ilgili haber:
“ Seyyar Doktorlar
Gezici doktorlardan Faik ve Nazif Beyler merkez doktoru beyefendi tarafından verilen harita mucibince; Kepsut, Balat, Bigadiç Nahiyeleriyle Sındırgı Kazası merkez ve köylerini dolaşmak ve bütün ahaliyi meccanen muayene ve hastalıkları badehu tedavi etmek üzere Perşembe günü yola çıkmışlar ve ilk evvel Kepsut Nahiyesi merkezine gitmişlerdir. Bu doktorlar tamam sekiz ay dolaşacaktır. Binaenaleyh bu kadar zaman için kifayet eden ilaçlar da beraberlerinde götürmüşlerdir. Bütün ahali nizamen kendilerini muayene ettirmeğe mecburdur.”

Herhangi bir yerde bir hastalık meydana gelirse kaymakamlar ve nahiye müdürleri tarafından resmen Vilayet Sıhhiye Müdürlüğü’ne bildiriliyor ve hemen oraya tam yetkili uzman hekimler gönderilerek hastaları tedavi etmek ve hastalığı engellemek için gereği yapılıyordu.
Bazen o zamanın yerel toplum örgütleri olan Hilali Ahmer(Kızılay),Donanma ve Müdafayı Milliye cemiyetleri halk insiyatifi olarak işe el koyuyor, çalışmalar güçlü bir şekilde destekleniyordu.

“Tifüs Hastalığı
Balya’nın Dere Yörükleri köyünde bir hastalık belirmiş ve dört kişi öldükten başka altı kişi de bu hastalığa tutulmuş olduğundan Kaymakamlıkça icap eden muayenesi yaptırılmıştır. Bu muayene neticesinde hastalığın “tifüs” olduğu anlaşıldığından derhal o köy karantina altına alınmıştır. Merkez doktoru Mukbil Bey de bu iş için Liva’dan mahalline gönderildi. Balya’da başka köylerde dahi tifüs bulunduğu maalesef haber verilmektedir.

Bir diğer haber:
“Hastalık
Korucu nahiyesi Mallıca köyünde tifo hastalığı bulunduğu anlaşılmıştır. Balya’ya sıhhiye müfettişi ve Korucu’ya da merkez doktoru Mukbil Bey gönderilmiştir. Merkez Doktoru
Mukbil Bey’in raporuna göre; Mallıca’da hastalığın tam dört buçuk aydır devam ettiği, bu müddet içinde 13 kişinin vefat ettiği, halen iyileşmeğe yüz tutmuş iki hastanın da yatmakta olduğu anlaşılmıştır. Mukbil Bey’in tespitine göre köyün su içmekte olduğu derenin yukarılarına çok miktarda hayvan gübresi atıldığı görülmüştür. Hemen müdahale edilmiş, hastalık görülen evler karantina edilmiştir”

Tifüs salgını vilayetin farklı köşelerinde de görülmüştü. Çok kısa zamanda salgın halini almıştı. Daha harbin ilk zamanlarında hem orduyu hem halkı kırmağa başlamıştı. Hatta 3.Ordu kumandanı Hafız Hakkı Paşa bile bu hastalıktan ölmüştü.
Tifüs salgınının yayılması üzerine devlet bütün sağlık teşkilatını hemen seferber etmiş, hastalıkla mücadeleye başlamıştı.
Karesi gazetesinde tifüs ile ilgili bir başka haber:
“Kepsut ve Sarnıç nahiyelerinde lekeli humma görülmüştür. Balıkesir’de de son günlerde birkaç kişi ayni hastalıktan vefat etmiştir. Merkez tabibi Mukbil Bey bizzat Kepsut
Ve Sarnıç’a giderek lazım gelen tedbirleri almıştır. Belediye başhekimi Ahmet Bey, Belediye reis vekili Osman ve merkez memur Rıdvan Efendiler hastalığın şehirde yayılmamasına çalışmaktadırlar. Çok şükür ki hastalık Tavsamış, geçmek üzere bulunmuştur.”

Bu haberlerin sıklaşması üzerine sıhhiye müdürlüğünün yanı sıra zamanın sivil toplum örgütlerinden Müdafaayı Milliye Cemiyeti sıhhiye heyeti de devreye girmiş, ayni gazetede halkı uyarıcı, aydınlatıcı iki beyanname neşretmişti.
Hekimler her hastalık görülen köye koşarak gitmiş, ilaç götürmüş, karantina uygulamış ve hastalığı durdurmuştu.
“Korucu nahiyesi Fındık Kebir, Fındık Sagir, Kaleoba köylerinde de lekeli humma vardır. Doktor Ahmet Bey oraya gönderildi.

15 Aralık tarihinden sonra Karesi gazetelerinde tifüs ile ilgili herhangi bir haber bulunmadığından hastalığın önlenmiş, mücadelenin başarılmış olduğu anlaşılıyor.
Hastalıkların yanı sıra halk sağlığını tehdit eden bazı olaylara da müdahale edilmesi gerekiyordu. Balya da çoktan beri şikâyete sebep olan bir çevre kirliliği olayı büyüyünce İl Daimi Encümeni bunu görüşüp tartışmış, şikâyetleri yerinde bulmuş, önlemler alınması için karar alınmıştı.

Kolera Salgınları
1817 den itibaren Rusya’dan Fransa’ya kadar bütün Avrupa’yı kasıp kavuran, hattâ Fransa Cumhurbaşkanını bile öldüren kolerayla mücadelede görev almış fedakâr bir hekimin, pek çok kimsenin o zamana kadar belki adını bile duymadığı bu hastalığı halka tanıtmak için yazdığı bu risale bugün sadece tarihi bir hatıra ve belge niteliğindedir.
Başbakanlık Osmanlı Arşivlerinde Karesi bölgesinde kolera salgınlarıyla ilgili pek cok haber bulunmaktadır. Sadaret Mektubî Kalemi belgeleri arasında bulunan bir belgede:
”Kolera salgınının Karesi’de önlendiği, mübeyyin mezkûr sancak muhassılının evrakının gönderildiği, Sadaret tezkiresi altına Tophane Müşiri Fethi Paşa’nın derkenarıyla bildirilmektedir.”
Tarih sırasına göre diğer belgeler şunlardır.:
“Koleradan dolayı Karesi sancağı dâhilinde geçici olarak istihdam edilecek zaptiyenin masrafları gösterilmiştir.”
Bu belgeden de anlaşılacağı üzere koleradan dolayı karantina uygulanmakta, bunun için özel güvenlik görevlileri istihdam edilmektedir.

“Karesi sancağı dahilinde Balat köyünde zuhur eden kolera hastalığına dair alınacak önlemler..”
“Karesi sancağının bazı karyelerinde (köylerinde) zuhur eden kolera hastalığından dolayı gönderilecek tabiblere maaş ve harcırah verilmesi..”

“Gemlikte kolera alameti görüldüğünden buraya geleceklerin tedbir maksadı ile Fırt nahiyesinde(Susurluk) muayeneye tabi tutulmaları için doktor ile tebhir memuru istendiği ve bir miktar para gönderildiği..”

“Haydarpaşa’dan kalkan trende kolera vakası görüldüğünden yolcuların trende tabib tarafından muayenesi, Ege, Marmara ve Karadeniz sahillerinden çıkacak gemilerin ilk uğrayacakları yerdeki tahaffuzhanede karantinaya tabi tutulmaları.”

“Paşalimanı’nda zuhur eden kolera hastalığından bidayetle malumat verilmemesi tabib tarafından hastalığın mahiyeti tayin ve terhis edilmemesinden mütevellid olduğu.”

Türk halkı 1.Dünya Savaşı sırasında sadece düşmanla değil hastalıklarla da savaştı. 1914 yılından itibaren ülke genelinde çok ciddi aşılama çalışmaları yapıldı. Sadece halka değil askerlere ,muhacirlere ve hapishanede mahkûmlara bile aşı tatbik edilmiştir. Hatta Türkler esir aldıkları İngiliz, Fransız ve Rus askerlerine bile aşı yaparak salgın hastalıklardan korumağa çalışmışlardır.
Son olarak 1971 de Türkiye’de görülen kolera salgınının alınan tedbirler ve kütlesel aşılamalarla halk üzerinde çok büyük tahribatlar yapması engellenmiştir.

Sonuç:
“Seferberlik” dediğimiz, sıkıntılı günlerde, devlet ve halk, dış düşmanlarla uğraştığı gibi, kıtlık, kuraklık, kızıl çekirge felâketi ve salgın hastalıklarla da uğraştı. 1.Dünya Savaşı için uyguladığımız seferberlikte hepsi üretim gücü olan iki buçuk milyon genç nüfusu silahaltına aldık. Üstelik askere alınan bu kişiler, askere alındıkları günden itibaren, tüketmeğe başladılar. Kuraklık ve kızıl çekirge felâketini yaşayan üreticilerin üretebildikleri ürünler, dört buçuk yıl süren bu uzun savaşta, ne orduya ne halka yetmişti. Gıda bulamayan, asker ve halk gittikçe zayıflamış, türlü hastalıklara açık hale gelmişti. Bu sebeple salgın hastalıkların yıkımları daha da güçlü oldu.
Halk arasında “ince hastalık” denilen “verem” çok büyük oranda yaygındı, adeta moda olmuştu, bu dönemlerde, pek çok romanda “ince hastalık” adeta övülmüş, genç kızlarımız, veremli roman kahramanları gibi sarı benizli, süzgün, melankolik, kesik öksürüklü olmaya özenmişlerdi. Verem; ilaç, gıda bulmanın çok zor olduğu o yıllarda, insanlarımıza dehşetli kayıplar verdirdi. Balıkesir’de yüz yıllardır büyük yıkımlar yapmış olan “verem” ile savaş, ancak 1923 de kurulan “Balıkesir Veremle Mücadele Cemiyeti” öncülüğünde başlatıldı. Ve gerçekten uzun yıllar “veremle” bir meydan muharebesi verildi.
Çocuklar arasında yaygın olan “kuşpalazı”,o yıllarda aşı tatbikiyle bir ölçüde önlenmişti. Ama sürmekte olan harp (harb-i hazıra) sebebiyle sokaklar, birden sahipsiz, aç, yersiz, yurtsuz yüz binlerce şehit çocuğu ile dolunca, hastalığın yıkımı dehşet verici oldu. Köylerde çocuklar bir ölçüde, dışarısı ile bağlantısı olmadığından hastalık kapma riski az ise de, büyük şehirlerde çok yaygındı. Çocuklar çaresizlik içinde kırıldılar.
Tifo ve kolera, aşılama çalışmalarıyla büyük ölçüde önlendi. Köyden gelen askerlerin yüzde doksan beşinin okuma ve yazma, hatta Türkçe bilmediği bir ordu, sıhhiye çavuşları sayesinde, “mikrop” denilen şeyi öğrendi. Tifo, dizanteri ve kolera gibi hastalıklarla mücadele etmenin nasıl olacağı gösterildiğinden, köye dönen asker, bir şekilde “hıfzı sıhha” kurallarını öğrendiği için, bir şekilde salgınların önü kesildi.
(AYDIN AYHAN HOCA’DAN ALINMIŞTIR)

BU KONUYU SOSYAL MEDYA HESAPLARINDA PAYLAŞ
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ